Türk kadınlarına öneririm, gevşesinler...
Erkekleri kafeslemeye çalışmaktan vazgeçsinler...
Onu seviyorum çünkü ‘kötü.’
‘Kötü’lerden de her zaman
nefret edilmez. Dönem dönem
sevdiğimiz ‘kötüler’ olur, işte
Kerpeten onlardan biri. Nuri Alço
gibi, Erol Taş gibi... Ama onların
yeni versiyonu, daha eğlencelisi,
daha hızlısı, psikolojik olarak daha
inişli-çıkışlısı, üstelik daha yakışıklısı!
Kerpeten Ali, o dizinin rengi.
İnsanların ‘iyi’lerden sıkıldığı anda,
karşısında bulunca, ‘Hah’ dediği,
‘İşte yine sahneye çıktı! Kim bilir
ne numaralar çekecek’ diye
sevindiği… Onu Aliye dizisindeki
Müco olarak tanıdık ama
Ezel’deki Kerpeten rolüyle tavan
yaptı. Barış Falay, konservatuvar
mezunu, yılların oyuncusu.
Oyunculukta sınırsızlığa inanıyor,
kişilik olarak de net bir adam. Ne
diyorsa o.
Kendisi de canlandırdığı
Kerpeten karakteri gibi inişli,
çıkışlı, gözleri deli deli, mavi mavi
bakıyor. Takma adı da zaten
‘Mavi.’ 11 aylık minik oğlunun adı
da Mavi Rüzgar Falay. Falay da
sonsuzluk demek. Kendisi gibi
oyuncu Esra Ronabar Falay’la
evli, karısını aşkla anlatıyor.
İnsanın hayatını kolaylaştıran,
kasmayan, germeyen,
gerilmeyen bir adam. Onunla
zaman çok güzel geçiyor,
gülüyorsunuz ve bir sürü şey
öğreniyorsunuz…
Oyunculuk, damarlarınızdan ne zaman akmaya
başladı?
Küçükken, çok küçükken. Mahalleliye skeçler
yapan bir çocuktum. Gerçi ben, yetenekli
olduğumun farkında değildim, ablam söylerdi.
Ben sürekli oyunlar kuran bir adamdım, hiç
bir şey bulamasam, “Karnım ağrıyor” diye
kendimi yerlere atardım. Bu oyun duygusunu,
daha doğrusu kandırma halini seviyorum.
Olmadığım birini oynamak insanları farklı bir
duyguya sürüklemek çok keyifl i. Lisedeyken
bir yandan basketbol oynuyordum; bir yandan
dans ediyordum, bir yandan da, ‘Yarın’ adındaki
sosyalist dergide çalışıyordum. Olay Ankara’da
geçiyor; Ankara’nın öyle bir durumu vardır,
kızları sadece kot pantolonla tavlayamazsın,
bir siyasi görüşün, bir vizyonun, bir misyonun
olacak. En kötüsü, kolunun altında Nokta Dergisi olacak, okuyan, arayan, araştıran biri olacaksın…
Lise?
Düz lise. Ama iyiydi: Mimar Kemal. O yıllarda birtakım
eylemlere da katıldım, Halk Evleri kökenim de var. İşte o
dönemler, bir arkadaşım tiyatro kurdu, “Hadi gel sen de çalış,
ışık falan yaparsın” dedi. “Tamam” deyip gittim ve filmlerdeki
o hikaye oldu, oyunculardan biri gelmedi, “Hadi markere”
dediler, “O ne demek?” dedim “Oku” dediler. Okurken
tamamen sınırsız davrandım ve çok eğlendim. Üç prova sonra
“Bu rol senin” dedi yönetmen. Kendi kendime “İleride yapmak
istediğim iş bu galiba” dedim. Bir de ben maymun iştahlı bir
tipim. Oyunculukta her türlü iştahını giderebiliyorsun; çünkü
sürekli başka birileri oluyorsun.
Ama siz mekteplisiniz de aynı zamanda…
Evet. Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro
Bölümü mezunuyum. Sınavda zorluk çektim. Önce almadılar
“Çene problemi var, senden oyuncu olmaz” dediler. Alt çene ve
üst çene kapanmasında sorun varmış. Lafları yuvarlıyordum,
kelime ortalarındaki ‘r’ler falan gidiyordu ama ben inat ettim.
Zaten, zaman içinde bu tür şeyler de önemini kaybetti.
Bu işi yapma sebebiniz?
İçinde olamayacağım hayatların içinde olmak bana keyifli
geliyor. Müthiş bir özgürlük alanı aynı zamanda. Hayatın
birtakım tabuları, kuralları var ama oyunculuğun yok,
özgürsün.
Peki niye herkesin içinden o hayvani, içgüdüsel şey
çıkmıyor da, sizden çıkıyor? Bu güç nereden geliyor?
Öyle mi düşünüyorsunuz, ne güzel. Ben heyecanlanmayı
seviyorum. Yani içimdeki duyguları bastırmayı değil, dışarı
vurmayı, yaşamayı seviyorum. Oyunculukta da bayıldığım bu.
Yoksa insan hayatta bir sürü şeyden para kazanabilir. Ben de
mesela Bodrum barcısıydım, sekiz sene öyle para kazandım.
Ama tabii bu iş başka, bu iş-miş değil, aşkla bağlı olduğum
bir şey.
Bar ne alaka?
Yazları orada geçiriyordum. Sonra “Kışın da kalayım bari”
dedim. Bu meslekte ne kadar farklı dünya görürseniz, o kadar
işinize yarar.
Sizden bana, ‘Bir şey yaptı mı dibine kadar yapar’ duygusu
geçiyor…
Nitekim yanılmıyorsunuz, öyleyim…
Patlama Ezel’le mi oldu?
Ben sey ircimle asıl Aliye’de tanıştım, Müco’ydum.
Ama asıl patlama Kerpet en Ali’yle oldu. Yine de
tiyatro hep devam ediyor. Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nun
oy uncusuyum ben; 25 kişi kurduk, o günden beri
devam. Özellikle ilk zamanlarda, yılda 5-6 oy un
birden oy nuyorduk. Çok idealist bir ekip çalışıyor
İzmit’te. Bu yüzden de Avrupa’nın birçok kentinde
Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nu bilirler.
Kadınsı bir özelliğiniz var mı?
İnanılmaz detaycıyım. Meselenin
özünün ayrıntılarda gizli olduğunu
bilirim. Ve sinir uçlarım açık…
Bir kadına verdiğiniz en yaratıcı
hediye nedir?
Acayip uç hediyeler veren bir adam
değilim ama bir keresinde bir fanusun
içinde iki balık vermiştim. Ve çok
tuhaftır, verdiğim gün balıklardan
biri öldü.
Sonra ilişkiniz ne oldu?
Ne yazık ki çok uzun sürmedi.
Çok çok tecrübeli bir erkek misiniz?
Sanıyorum öyleyim.
İlk cinsel deneyiminiz bir renk olsa,
ne renk olurdu?
Bilmiyorum. Ama partnerim
anlamamıştı ilk olduğunu. Ben
hep içgüdüsel olana inandım,
mükemmel fi lan değildi ama kendimi
duygularımın akışına bıraktım.
Seksle ilgili rahat konuşabilir
misiniz, yoksa utanır mısınız?
Yok utanmam. Sevdiğim şeyden
utanmam.
Seks her belanın başı mıdır? Ondan
kurtulunca rahatlar mıyız?
Yaşamın özü seks. Aslında kendimizi
en doğal, en gerçek halimizle
yaşayabilme durumu. Aşkla olursa
tabii daha da iyi…
Ne kadar kıskançsınız?
Kıskanıyor musunuz mesela
karınızı?
Eskiden çok kıskançtım. Ve hem aşık
olup hem kıskanç olmama durumuna
inanmıyordum. Fakat sonra değiştim,
büyüdüm mü nedir! Kuşkusuz hala
kıskançlıklarım var ama eskisi kadar
değil. Esra, bir sene Adana’da iş yaptı,
üstelik yakışıklı bir partneri de vardı
dizide. Ama rahattım. Bu, kuşkusuz
karşı taraftan kaynaklanıyor.
Sizi en çok ne korkutur?
Efendilik. Benim gibi ne yapacağı belli
olmayan adamlardan bir zarar gelmez.
Ama nerede çok efendi, çok düzgün
tipler var, işte onlar beni korkutur. Onlar
çünkü net değil. İnsan kendini net ifade
edebiliyorsa, bir yamuk olmaz.
Karınız Esra nasıl biri peki? Sizin gibi mi?
Hem farklıyız hem de felsefe
olarak çok yakınız. Hayata aynı
pencereden bakıyorız. İkimiz
de mesleğimizde sınırsızlığı
seviyoruz. Bir yandan da
yaşamdaki net olma halini.
Ama o bir kadın tabii, yaşamı
benden daha fazla sorguluyan
biri. Esra’nın oyunculuğuna
da hayranım, gerçekten çok iyi
bir oy uncu, olmasaydı burun
bükerdim, şimdi onu hayranlıkla
izliyorum.
Karınızla son zamanlarda yaşadığınız en
romantik bir kare…
Dün akşam. Oğlanı ablaya emanet ettik,
biz kendimizi dışarı attık. Yemeğe çıktık,
şarabımızı içtik, devamı da güzeldi…
Dizileri küçümseyip, tiyatroyu başka bir şey olarak
algılayanlardan mısınız?
Yok. Tiyatroya çamaşır makinesi muamelesi yapanlardan
değilim. “Çok kirlendim, birazcık temizleneyim, gidip tiyatro
yapayım” filan diyorlar. Benim için ikisi de keyifli…
Ezel bitince popülarite biter mi? Şöhret kavramıyla aranız
nasıl?
Ben şöhret olayım diye oyunculuğa başlamadım ki. Oyunculuk
mesleğini seviyordum. Zaten tiyatroyla şöhretin çakışması
imkansız.
Peki şöhret elinizden kaçıp giderse kıç üstü oturur musunuz?
Çok da derdim değil. Ben olaya “Nasıl ses getiririm?” diye
yaklaşmıyorum; nasıl daha iyi oynarım, nasıl daha eğlenceli
hale getirebilirim diye bakıyorum. Çünkü şunu unutmamak
gerekiyor, bizim işimiz hikaye anlatma sanatı ama o hikayeyi
eğlenceli anlatamazsanız izleyici sizi niye oturup izlesin?
Belli ki Kerpeten Ali olmak hoşunuza gidiyor. O karakterde
sevdiğiniz ne?
Egosu yüksek tipleri oy namak, her zaman key ifli.
Her an her şey i yapabilir o, yaramaz ve haşarı
çocuk. Ben oy unculukta role sınır koy mayı
sevmiyorum, Kerpet en de öy le bir tip, sınırsız.
Ezel de iyi bir dizi, senaryo olarak da; ölüler hes ap
soruyor o dizide.
‘Kötü’ bir karakter olmanıza rağmen, bu kadar sevilmeniz ne
anlama geliyor? Hepimizin içinde bir kötülük olduğunu mu
gösteriyor? Bu yüzden mi seviyoruz oynadığınız adamı?
Evet, yaşasın kötülük! Kötüleri, izlemek daha keyifl i. Çünkü
kötünün ve kötülüğün sınırları biraz daha geniş. Sonuçta biz
hayatta olan durumları anlatmıyor muyuz?
Hayatta da bunların hepsi var. Bizim işimiz, düş kurma işi.
Kötü düşlerimiz yok mu? Olamaz mı? Olmaz olur mu? Üstelik
kötü düşlerimiz, çok daha yaratıcı. Öyle yeşil ovalarda fi lan
koşturmuyoruz…
Parasal olarak köşeyi döndünüz mü?
Daha değil, inşallah dönerim. Para güzel bir şey. Hele çocuk
olunca daha da önemli hale geliyor. Ama öyle geçim derdim
falan yok Allah’a şükür.
Siz de çok iyisiniz, Kenan İmirzalıoğlu da. Oyuncukta bu
kadar iddialı iki adam, birbirini hiç kıskanmaz mı?
Kıskançlık yok. Ama her insanın içinde Kenan kadar yakışıklı
olma isteği vardır kuşkusuz. Bazı insanlar daha fazla artıyla
doğuyor. Kenan, çok iyi bir oyuncu ama aynı zamanda çok
yakışıklı bir adam…
Siz de öylesiniz. Benim yakışıklı tanımıma uyuyorsunuz.
Sean Penn gibi, çirkin güzellerdensiniz, belki siz de ileride
jön oynarsınız…
Teşekkür ederim, kim bilir…5 yaşındaydım…
Yapmayın ya!
Valla öy le. Ben aşık olmayı
seviyorum. Sınıf arkadaşı,
komşu kızı fark et miyor.
Müjde Ar’a da aşıktım
mes ela. Tabii libidinal bir
durumdan bahsediyorum.
Ben aşkı öy le çok da felsefi bir
yere ot urtmayı sevmiyorum.
“Sadec e arkadaş olalım, dost
olalım”, ıh ıh, bana göre değil.
Millet in deniz kıyısında
el ele dolaşma ya da kırlarda
dolaşma hayali vardır ya,
benim hayallerim hep daha
edepsizdi!
İlişkileriniz? Uzun mu sürer, kısa mı?
Ortası yoktur, ya çok kısa sürer, ya da
uzun. Ben net bir adamım, kıvırtmam,
numara çekmem, neyse o. ‘Hadi bu
da elimin altında bulunsun’ türünde
adamlar vardır ya, ben yapamam.
Ucundan azıcık da yapamam.
Ya yapmam ya da dibine kadar.
Peki kadınlarla kolay ilişki
kurabilir misiniz?
Evet. Çünkü karşımdakinin
duygusunu önemserim. Empati
yeteneği gelişmiş bir adamım.
Kafa karıştırmayı sevmem,
problem sevmem, onların hayatını
kolaylaştırırım.
Hayatınıza giren bütün kadınlardan
bir şey öğrendiniz mi?
İLK AŞK…
Elbette. Karım Esra, “Seni bana
hazırlayan bütün kadınlara teşekkür
ediyorum” der. Gerçekten de
bugünkü Barış olmamda, hepsinin
etkisi var. İlişkilerin kısa ya da
uzun olması, değersiz olmasını
gerektirmiyor.
Kadınları anlayamadığınız
noktalar…
Tonla. Ama kadınları anlamaya
uğraşmayacaksın…
Neden?
E, anlayamazsın da ondan! Tamamen
farklıyız. Kafa bile yormayacaksın.
N’apıyorsunuz?
Düşünmüyorum. “Neyse odur”
diyorum. Yani akışa bırakıyorum.
Problem olacaksa da olacaktır.
Kadın-erkek ilişkilerini çok ittirmenin
manası yok.
Hiç karşılıksız aşka kapıldığınız
oldu mu?
Olmaz mı? Ama buna da çok
takılmadım. “İstemiyorsa,
istemiyordur” dedim. Gerçi
hayat tuhaf, olumsuz taraflarını
hatırladığınız ilişkiler, bize daha çok
şey öğretiyor.
‘Kadınlara karşı hep dürüst oldum’
diyebilmesi mümkün mü bir
erkeğin?
Bence mümkün. Dürüstlüğe nasıl
baktığınıza bağlı. Ben mesela
ilişkilerimde açığım ve netim;
dolayısıyla dürüst olduğumu
söyleyebilirim.
Sadık bir adam mısınız?
Kendime sadık bir adamım.
Yani kendimi olduğumdan farklı
göstermeye çalışmıyorum.
Bir kadına baştan “Benim sağım
solum belli olmaz, aldatabilirim
mesela, kusura bakma” mı
diyorsunuz yani?
Aynen öyle. Mesela bazı ilişkilerimde,
“Çok da adını koyarak ilerlemek
zorunda mıyız?” dedim. Ama aynı
özgürlük onun için de geçerliydi.
Tabii şimdi evliyim, geçmiş
ilişkilerimden söz ediyorum.
Kadınların en çok hangi özelliği sizi
baştan çıkarır?
Tıpkı benim gibi duygusunu
gösteren kadınlardan keyif alıyorum.
Kendini kapatmayan, saklamayan,
gizlemeyen…
Hiç seks peşinde olmadım “Hep dost
olmak istedim kadınlarla”
dediniz mi?
Yok yok, Allah korusun! Tabii ki seks
peşinde de oldum.
Oğlunuz Mavi Rüzgar kaç aylık?
11.
Bu isim nereden çıktı?
Planlı bir çocuk değildi. Rüzgar adı,
birazdan da oradan geliyor, planlanmamış
bir aşk çocuğu. Rüzgar gibi geldi
hayatımıza. Eskiler de bana ‘Mavi’ derler,
ama salt gözlerimden değil, mavide de
bir sınırsızlık vardır ya; gökyüzü mavidir,
deniz mavidir. Esra da “İsminde de senden
bir şeyler olsun istiyorum, Mavi Rüzgar
olsun adı” dedi. Doğumunu bekledik gerçi,
gözleri mavi olmazsa sonra üzülür belki
diye, gözleri de mavi olunca, “Tamamdır”
dedik.
Ona öğretmeye çalıştığınız en temel
şey ne?
Ben hayatta insanların seçimlerini
kendilerinin yapmalarına inanıyorum. Bizi
var eden o seçimler. Oğluma da öğretmek
isteyeceğim budur. Kimsenin onayına
ihtiyaç duymadan kendi kararlarını
verebilsin.
Siz kadınlardan ne istiyorsunuz?
Tutarlı olmalarına gerek yok ama güvenilir
olsunlar. Tutarlı olmayan bir güven yani
beklediğim…
Karınızla aranızdaki duygusal bağı nasıl
tanımlarsınız?
Bazen anne-baba oluyoruz, bazen
hayvanca aşık oluyoruz, bazen de arkadaş
oluyoruz.
Peki bu anlattıklarınızı bir erkekle
konuşur musunuz? Erkeklere iç
dünyanızı açar mısınız?
İki tane gerçek dostum var, onlarla yatak
hariç her şeyi paylaşıyorum. Biz erkeklerle,
‘Güzel bir gece geçirdik’ tarzı cümleler
dışında, çok yakın da olsak, birbirimizle
pek seks konuşmayız. Fantezilerimizi filan
anlatmayız.
Kadınların hangi özellikleri sizi
büyülüyor?
En kötü durumlardan bile, birdenbire
çıkabiliyor olmaları bana acayip hayranlık
veriyor.
Sizi korkutan bir kadın tipi?
Her söylediğime “Tamam” diyen, “Seninle
varoluyorum” diyen…
Türk kadınlarına, erkeklerle ilişkiler
konusunda ne önerirsiniz?
Hesapçı olmasınlar. Kendilerini
ve adamları rahat bıraksınlar,
kimseyi evlenmeye zorlamasınlar,
kafeslemeye çalışmasınlar. Tamam
gelecek önemli ama bir de ‘şimdi’
var, ‘şimdi’nin gücüne inansınlar,
kıymetini bilsinler. Ve biraz
gevşesinler. Evet Türk kadınlarına
en önemli önerim bu olacak:
Gevşesinler! Hep çok daha ileriye
hedef koymak öğretiliyor bize,
oysa bu anı yaşamak, onun tadını
çıkarmak bizi hedefe götürür. Bu
şuna benziyor: “Ben şöhret olacağım”
deme. Saçma çünkü. Sen işini en iyi
şekilde yap, yaparken keyif al, zaten
olursun şöhret…