''Türkan bana hayatı öğretiyor''
Pınar Öğün, bu projeyle birlikte hayatında pek çok şeyin değiştiğini söylüyor.
Peki sete çatkapı gelir mi?
Gelir. Sürpriz yapmayı çok sever.
Ne kadar süredir evlisiniz?
19 Kasım’da bir sene olacak. Yaklaşmış o zaman.
Bu dergi çıktığında evlilik yıl dönümünüzü kutlayacaksınız…
Süper!
Peki sürpriz yapmayı düşünüyor musunuz?
Evet. Oraya kalp içerisinde, “Pınar kocasını çok seviyor” yazarsanız ben de ona veririm hediye olarak.
Dediniz ya, eşim bana çok destek oldu film konusunda diye. Size böyle bir teklif geldiğinde onun fikrini almış mıydınız?
Tabii ki. O benim en yakınım. Onunla biz biriz, yani bir bütünüz ve ben onun ?kri ya da haberi olmadan bir şey yapmam. O da benim için aynı şeyi yapıyor. Çünkü biz hayatın içinde bir arkadaşlık zemini kurduk. En iyi arkadaşım Memet Ali benim. Onunla her şeyimi paylaşıyorum bütün sıkıntılarımı... O da benimle aynı şeyi yapıyor. O yüzden biz beraber yaşıyoruz, büyüyoruz.
Önce arkadaşınız mı peki?
Hepsi bir bütün. Şeffafız. Yani saklayacak bir şeyim yok, sırrım yok. Onun da aynı şekilde, ne ise o, yani apaçık.
Peki birlikteyken ne yapmayı çok seversiniz film izlemek mi, müzik dinlemek mi ya da ne bileyim özel paylaştığınız bir şey var mı size iyi gelen?
O anda neye motivasyonumuz varsa onu yapıyoruz. Yani şöyle bir şey yok, şunu yapalım ve bir ilişki kuralım birbirimizle. Şöyle tanımlayabilirim aslında; çocukken bir arkadaşınız gelir, evde bir şey yaparsınız. O yaptığınız şeyin bir önemi yoktur. O anda yaşadığınız heyecan ve yaşam iştahınız vardır. Evcilik oynamak olabilir, evin içinde koşmak olabilir ve o alanı yaşarsınız doya doya. İşte biz Memet Ali ile bunu yakaladık galiba.
Peki, sizi asla nerelerde göremeyiz, en çok ne yaparken görebiliriz?
Beni mesela çok sık gece kulüplerinde göremezsiniz. Haz almıyorum dışarıya çıkmaktan. İçki içerken de göremezsiniz. İçki içmekten keyif almıyorum, belki bir kadeh şarap o da kırk yılda bir. Ya da dağıtmış göremezsiniz mesela. Yaşamayı seviyorum, vazgeçmeyi değil. Kendini bırakmayı sevmiyorum. Kendini bırakmak bence, kendindeyken de yapabileceğin bir şey. En çok beni ne yaparken görebilirsiniz? Şimdi o kadar yoğun çalışıyorum ki, bu soruya cevap vermek çok zor.
Peki hayattaki öncelikleriniz neler?
Hayattaki önceliklerim, sağlıklı olmak, ben olmak, bir şey ‘miş gibi davranmak’ değil de neysem o olabilmek, bu da meydan okumak demek bir şeylere. Bundan vazgeçersem, o zaman hayatın içinde yok olmaya başlarım. O zaman da her şeyi kaybederim. Galiba önceliğim ben olabilmek, ‘şeffaf bir Pınar’ olabilmek.
Tek çocuk musunuz, kardeşleriniz var mı?
Ağabeyim var benden altı yaş büyük. O da inşaat mühendisi. Bir anne, bir baba, iki kardeşiz. Çekirdek aile…
İstanbul’da mı yaşıyorlar?
Ankara’dalar. Ben de Ankaralıyım.
Peki çok sosyal biri değilim dediniz, arkadaş çevreniz kalabalık mıdır, yoksa belli başlı görüştüğünüz kişiler mi var?
Belli başlı görüştüğüm kişiler var, çok yakınımda çok az kişi var. Bana hayatta en yakın kişiler başta Memet Ali, sonra yazar Meltem Arıkan. Onun kitaplarını çok beğeniyorum. Ve onunla çok başka bir dostluğumuz var, komşuyuz zaten. Beraber vakit geçirmekten çok keyif aldığım bir insan. Başka arkadaşlarım da var, çoğu yurt dışında yaşıyor. Rusya’da var, Belçika’da, Londra’da... Burada da oyuncu arkadaşlarım var ama zaten şu sıralar işten dolayı kimseyle görüşemiyorum. Peki şimdi nasıl?
Şu an Türkiye’de yaşayan bütün cüzzamlılar tedavi ediliyor. Düşünebiliyor musunuz? Bu çok büyük bir şey!
Buna rağmen yaşamının son yıllarında kötü davranışlara maruz kalıyor…
85 yaşında kemoterapi gören bir kadından bahsediyoruz. Daha birçok şeyi aklım almadığı gibi, bunu da almıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum o yüzden.
Peki kendinizi izler misiniz?
İzlerim evet.
Nasıl buluyorsunuz kendinizi izlediğinizde?
Yani ben samimiyetimi yakalamaya çalışıyorum. Çünkü oyuncu olduğum için, bence en önemli şey; samimiyeti ve o sevgiyi gözlerden aktarabilmek; düşünceyi, inancı ve hırsı gözlerle ifade edebilmek. Tabii ki gözden kaçırdığım şeyler de oluyordur, bunlar için eleştirilere çok açığım. Beni besliyor çünkü bu eleştiriler. Mesela bazıları Türkan Saylan’ı biraz sert oynadığımı düşünüyorlar. Ben şöyle düşünüyorum, insan zamanla sakinleşir, zamanla hoşgörülü olur. Fevri davranışlar sergileyecek ki, bir tokat yesin hayattan; ondan sonra, “Yanlış bir yöntem bu, başka türlü bir yöntemle benim bu sistemi anlamam ve içine dahil olmam gerekir” desin. Çünkü ben öyle tecrübe ettim. Role kendinizden de bir şeyler katıyorsunuz yani.
Peki, Türkan’ın kendinizle özdeşleştirdiğiniz yönleri var mı?
Evet. Benzer tara? arımız var ama benzemeyen çok tarafımız da var.
Mesela neleriniz benzemiyor?
Ben çok soğukkanlı birisi değilim mesela. O çok soğukkanlı birisi. Soğukkanlılığın tam olarak ne olduğunu da bilmiyorum, bir şey olduğu zaman panik yaparım, hemen paniğe kapılırım. Kan gördüğüm zaman çok etkilenirim mesela. Çaresizliğe onun kadar cesurca bakamayabilirim. Ben uyumak istiyorum mesela öyle bir şey olduğu zaman. Kapatayım kendimi. Onda öyle değil. O üzerine gidiyor. Dediğim gibi rol oynadıkça besleniyorum, öğreniyorum, gelişiyorum. Bu sayede ben de kendi kişiliğime yönelik yeniden gözden geçirmeler yaşıyorum.
Bu diziyle birlikte herkes sizi daha çok tanımaya başladı. Dizi dışında nasıl birisiniz, neler yaparsınız Pınar Öğün olarak?
Hatırlamıyorum. Yok, şaka yapıyorum.
Kendinizi role kaptırdınız yani…
Yok, çok çalışıyorum sadece. Daha henüz doğru düzgün uyumadım ana yine de enerjim bitmiyor.
Peki, sorumuza dönersek… Pınar Öğün neler yapmaktan hoşlanır?
Çok sosyal birisi değilim. Daha izole yaşamayı seviyorum. At biniyorum, piyano çalıyorum, yemek yapmayı çok seviyorum. Kitap okumak, ?lm seyretmek bunlar çok zevk aldığım şeyler ama en çok keyif aldığım şey, Bach dinlemek.
Set yüzünden eve çok gidemiyorum dediniz. Hep sette mi geçiyor hayatınız?
Mesela şöyle oluyor, sabah 3’te bitiyor çekim, ben eve geliyorum 05.30’da. Dört saat falan uyuyorum, sabah 9.30-10.30 gibi de beni gelip alıyorlar.
Eve uyumak için geliyorsunuz sadece…
Tabii. Ya da bavulumu değiştirmek için. Ama bu günden itibaren bir süre tatil şansım olacak. Mesela yeni bölümler için Eskişehir’e gideceğiz. Eskişehir’de yaşayacağım bir süre. Ama bu bir iş ve ben bu işi seçtim, şikayet etmek için söylemiyorum. Çok da keyif alıyorum, iyi ki de kabul etmişim. Beni çok besledi, geliştirdi, olgunlaştırdı. Bu proje ile günbegün büyüdüğümü tecrübe kazandığımı düşünüyorum. Ve çok şanslıyım böyle bir projede yer aldığım için. Nasıl biridir Pınar Öğün dedik ya kesinlikle enerjik biri. Heyecanlı ve enerjik.
Tezcanlı mı peki?
Evet. Mesela başka bir koşulda tanışsaydık daha hareketli görebilirdiniz beni. Kendini daha heyecanlı ifade eden birisi görebilirdiniz.
Peki diğer yandan eve gidemiyorsunuz, gittiğinizde de uyuyup tekrar sete dönüyorsunuz. Eşinizle ne ara görüşüyorsunuz?
Memet Ali çok anlayışlı ve bu işi yaptığım için çok mutlu. Bunu her defasında söylüyor ve bana son derece destek oluyor. Yani müthiş bir adam gerçekten. Bu zor şartlarımı kabul etti ve benim hep yanımda. Ben bunu gerçekten hissediyorum. Biz zaten birlikte çok zor bir ilişkiyi büyüttük. Ben yurt dışındaydım, o İstanbul’daydı. Kolay değildi bu ilişkiyi yürütmek ve biz birbirimizden hiç vazgeçmedik. Zaman içerisinde de şunu fark ettik ki, mesafeler ne olursa olsun, iki insan beraber olmak istiyorsa, bir araya geldiklerinde, birlikte olamadıkları zamanın acısını çıkartıyorlar. On dakika da olsa, bir gün de olsa, o an birbirinize konsantre oluyorsunuz ve o an önemli oluyor sizin için. Mesela kavuşmak çok keyi? i bir şey. Tekrar tekrar sarılmak... Eve gidince “işte sana geldim” demek mutluluk verici.Bu diziye başlamadan önce Türkan Saylan’ı ne kadar tanıyordunuz? Onun hakkında ne biliyordunuz?
Türkan Saylan ile hiç tanışmadım ben. Öyle bir şansım olmadı. Sadece bir ?kir olarak ve yaptıklarıyla biliyordum. Fakat dizi projesi bana geldiğinde Ayşe Kulin’in, “Tek ve Tek Başına Türkan” kitabını okudum ve onun hakkında daha fazla fikir edindim. ‘At Kız’ı okudum mesela, “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabını... Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden çıkan değişik kitapları okudum. Tabii ki onun hakkında yazılan şeyler, onu ‘o’ yapmıyor. Onun ötesinde bir de evdeki Türkan Saylan var, gençliğindeki Türkan Saylan var. Ayrıca gittim cüzzamlılarla tanıştım. O da başka bir tecrübeydi benim için.
Siz kendi çabanızla yaptınız galiba değil mi bunu?
Evet, ama Koliba Film organize etti. Tabii ki hayır diyebilirdim. Ama ben de istedim. Bunun bana çok katkısı olacağını düşündüm, gittim. Ve gerçekten de hayatımı değiştiren bir tecrübe oldu.
Ne hissettiniz peki onlarla tanıştığınızda?
Ben size tam olarak ne hissettiğimi söyleyeyim; normal hayatın rutininde estetik anlamda ya da entelektüel anlamda bir şeylere takıyoruz kafamızı. İşte diyoruz ki, “Şu kitabı okursam şöyle olur, şunu giyersem şöyle olur, saçlarımın rengi değişsin” gibi birtakım edinilmişlikler kazanıyoruz. Böylece bu sıfatların peşinde koşarken, yaşamın kendisini kaçırıyoruz. Ben oraya gittiğimde ‘sıfatsızlığı’ yaşadım. O sıfır noktasında olma halini sadece insan olmanın ve iletişimin key? ni yaşamanın farkına vardım. Bu da çok kıymetli bir andı benim için.
Peki, Türkan Saylan gibi çok önemli bir karakteri canlandırıyorsunuz. Bu hayali bir karakter değil, gerçekten yaşamış bir insan. Bu size ne hissettiriyor?
Türkan Saylan’ı canlandırmak bana bir nevi hayatı öğretiyor. Ve benim bilmediğim, fark etmediğim birçok şeyin farkına varmamı sağlıyor. Mesela beni en çok etkileyen anlardan bir tanesi şu oldu: Birinci bölümde, ‘Genç Türkan’ cüzzamlıların tecrit edildiğini gördü ilk kez. Ve orada bir vahşetle karşı karşıya kaldı. Ama bu vahşet tıpta normal karşılanıyordu. Cüzzamlıların gördüğü muamele zaten olması gereken prosedürdü. Yani akademik olarak bakarsanız doktorlar hastaları o şekilde tecrit etmeyi normal görüyorlardı. Bu da benim şunu fark etmemi sağladı; biz galiba korktuğumuz şeyleri yok etmeye çalışıyoruz. Bir şeyden korkuyorsak, onu imha edelim ki bizi daha fazla korkutmasın ve tehdit etmesin. Şimdi biliyoruz ki cüzzam bulaşıcı değil. Ama eğer Türkan Saylan bunun yanlış olduğunu fark etmeseydi ve Ethem Utku’nun kitabını bulmasaydı, İngiltere’ye, Fransa’ya gidip araştırmalar yapmasaydı, bilgiler edinmeseydi, o ilaçların buraya gelmesini sağlamasaydı ve bütün dünyada tanınmasaydı, böyle bir şey olmayacaktı ve belki de bugün biz bu sohbeti yapamayacaktık.
Ve cüzzamlılar hala aynı muameleye maruz kalacaktı…
Evet. Demek ki, uygulanan bir şiddet, şiddet olarak algılanmamışsa o, o zaman normalleşiyor. Ve biz onu normal kabul ediyoruz ve ondan korktuğumuzu kabul etmiyoruz. Diyoruz ki, bu böyle uygun görülmüş, budur bunun prosedürü. Böyle devam edecek. İşte bu çok üzücü bir şey. Türkan Saylan’ın da bana ön ayak olduğu gibi, ben Pınar olarak hep şunun mücadelesini vereceğim: Bana rağmen olan her şeyin farkına varmaya çalışacağım. Farkında olursam doğru tanımlarım, doğru tanımlarsam da yaşamı keyi? e ve bilinçli yaşarım diye düşünüyorum.
Dizi ile birlikte gerçekten çok olumlu tepkiler alıyorsunuz. Herkes çok beğenerek izlediğini söylüyor. Hatta en son Türkan Hanım’ın oğlu sizi sette ziyarete gelmiş…
İki oğlu da ziyaret ettiler.
Nasıldı?
Sete geldiler. Zaten ben projeye başlamadan önce Türkan Saylan’ın en yakın arkadaşı Gökşin Sanal ile görüşmüştüm. Ayrıca Gündüz Saylan, hala hayatta olan tek ve en küçük kardeşi, onunla diyalog halindeyiz. Hepsi son derece samimi bir şekilde bana yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ve oğulları da benimle tanışmak için sete geldiler. Çağlayan Örgen’in beni annesine benzettiğine yönelik açıklamasını gazetelerde okumuştum. Çok etkilendim tabii. Çağlayan Bey, sete geldiğinde role yaklaşımımı doğru bulduğunu ve çok keyi? e izlediğini söyledi.
Türkan Saylan’ın sizi en çok etkileyen yanı ne?
Cüzzamlılar için bir ekip oluşturması ve çok cüzi bir bütçe ile bütün Doğu’yu gezmesi. Tek tek bütün köyleri dolaşmışlar, bu akıl almaz bir şey! Orada herkesi tek tek elliyorsunuz, dokunuyorsunuz, tespit ediyorsunuz ve müdahale ediyorsunuz. Ve düşünün ki oradaki herkes o hastalardan korkuyor, ahırlara kapatıyor. Yaşayan ölüler olarak, günahkarlar olarak görüyorlar.
Gelir. Sürpriz yapmayı çok sever.
Ne kadar süredir evlisiniz?
19 Kasım’da bir sene olacak. Yaklaşmış o zaman.
Bu dergi çıktığında evlilik yıl dönümünüzü kutlayacaksınız…
Süper!
Peki sürpriz yapmayı düşünüyor musunuz?
Evet. Oraya kalp içerisinde, “Pınar kocasını çok seviyor” yazarsanız ben de ona veririm hediye olarak.
Dediniz ya, eşim bana çok destek oldu film konusunda diye. Size böyle bir teklif geldiğinde onun fikrini almış mıydınız?
Tabii ki. O benim en yakınım. Onunla biz biriz, yani bir bütünüz ve ben onun ?kri ya da haberi olmadan bir şey yapmam. O da benim için aynı şeyi yapıyor. Çünkü biz hayatın içinde bir arkadaşlık zemini kurduk. En iyi arkadaşım Memet Ali benim. Onunla her şeyimi paylaşıyorum bütün sıkıntılarımı... O da benimle aynı şeyi yapıyor. O yüzden biz beraber yaşıyoruz, büyüyoruz.
Önce arkadaşınız mı peki?
Hepsi bir bütün. Şeffafız. Yani saklayacak bir şeyim yok, sırrım yok. Onun da aynı şekilde, ne ise o, yani apaçık.
Peki birlikteyken ne yapmayı çok seversiniz film izlemek mi, müzik dinlemek mi ya da ne bileyim özel paylaştığınız bir şey var mı size iyi gelen?
O anda neye motivasyonumuz varsa onu yapıyoruz. Yani şöyle bir şey yok, şunu yapalım ve bir ilişki kuralım birbirimizle. Şöyle tanımlayabilirim aslında; çocukken bir arkadaşınız gelir, evde bir şey yaparsınız. O yaptığınız şeyin bir önemi yoktur. O anda yaşadığınız heyecan ve yaşam iştahınız vardır. Evcilik oynamak olabilir, evin içinde koşmak olabilir ve o alanı yaşarsınız doya doya. İşte biz Memet Ali ile bunu yakaladık galiba.
Peki, sizi asla nerelerde göremeyiz, en çok ne yaparken görebiliriz?
Beni mesela çok sık gece kulüplerinde göremezsiniz. Haz almıyorum dışarıya çıkmaktan. İçki içerken de göremezsiniz. İçki içmekten keyif almıyorum, belki bir kadeh şarap o da kırk yılda bir. Ya da dağıtmış göremezsiniz mesela. Yaşamayı seviyorum, vazgeçmeyi değil. Kendini bırakmayı sevmiyorum. Kendini bırakmak bence, kendindeyken de yapabileceğin bir şey. En çok beni ne yaparken görebilirsiniz? Şimdi o kadar yoğun çalışıyorum ki, bu soruya cevap vermek çok zor.
Peki hayattaki öncelikleriniz neler?
Hayattaki önceliklerim, sağlıklı olmak, ben olmak, bir şey ‘miş gibi davranmak’ değil de neysem o olabilmek, bu da meydan okumak demek bir şeylere. Bundan vazgeçersem, o zaman hayatın içinde yok olmaya başlarım. O zaman da her şeyi kaybederim. Galiba önceliğim ben olabilmek, ‘şeffaf bir Pınar’ olabilmek.
Tek çocuk musunuz, kardeşleriniz var mı?
Ağabeyim var benden altı yaş büyük. O da inşaat mühendisi. Bir anne, bir baba, iki kardeşiz. Çekirdek aile…
İstanbul’da mı yaşıyorlar?
Ankara’dalar. Ben de Ankaralıyım.
Peki çok sosyal biri değilim dediniz, arkadaş çevreniz kalabalık mıdır, yoksa belli başlı görüştüğünüz kişiler mi var?
Belli başlı görüştüğüm kişiler var, çok yakınımda çok az kişi var. Bana hayatta en yakın kişiler başta Memet Ali, sonra yazar Meltem Arıkan. Onun kitaplarını çok beğeniyorum. Ve onunla çok başka bir dostluğumuz var, komşuyuz zaten. Beraber vakit geçirmekten çok keyif aldığım bir insan. Başka arkadaşlarım da var, çoğu yurt dışında yaşıyor. Rusya’da var, Belçika’da, Londra’da... Burada da oyuncu arkadaşlarım var ama zaten şu sıralar işten dolayı kimseyle görüşemiyorum. Peki şimdi nasıl?
Şu an Türkiye’de yaşayan bütün cüzzamlılar tedavi ediliyor. Düşünebiliyor musunuz? Bu çok büyük bir şey!
Buna rağmen yaşamının son yıllarında kötü davranışlara maruz kalıyor…
85 yaşında kemoterapi gören bir kadından bahsediyoruz. Daha birçok şeyi aklım almadığı gibi, bunu da almıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum o yüzden.
Peki kendinizi izler misiniz?
İzlerim evet.
Nasıl buluyorsunuz kendinizi izlediğinizde?
Yani ben samimiyetimi yakalamaya çalışıyorum. Çünkü oyuncu olduğum için, bence en önemli şey; samimiyeti ve o sevgiyi gözlerden aktarabilmek; düşünceyi, inancı ve hırsı gözlerle ifade edebilmek. Tabii ki gözden kaçırdığım şeyler de oluyordur, bunlar için eleştirilere çok açığım. Beni besliyor çünkü bu eleştiriler. Mesela bazıları Türkan Saylan’ı biraz sert oynadığımı düşünüyorlar. Ben şöyle düşünüyorum, insan zamanla sakinleşir, zamanla hoşgörülü olur. Fevri davranışlar sergileyecek ki, bir tokat yesin hayattan; ondan sonra, “Yanlış bir yöntem bu, başka türlü bir yöntemle benim bu sistemi anlamam ve içine dahil olmam gerekir” desin. Çünkü ben öyle tecrübe ettim. Role kendinizden de bir şeyler katıyorsunuz yani.
Peki, Türkan’ın kendinizle özdeşleştirdiğiniz yönleri var mı?
Evet. Benzer tara? arımız var ama benzemeyen çok tarafımız da var.
Mesela neleriniz benzemiyor?
Ben çok soğukkanlı birisi değilim mesela. O çok soğukkanlı birisi. Soğukkanlılığın tam olarak ne olduğunu da bilmiyorum, bir şey olduğu zaman panik yaparım, hemen paniğe kapılırım. Kan gördüğüm zaman çok etkilenirim mesela. Çaresizliğe onun kadar cesurca bakamayabilirim. Ben uyumak istiyorum mesela öyle bir şey olduğu zaman. Kapatayım kendimi. Onda öyle değil. O üzerine gidiyor. Dediğim gibi rol oynadıkça besleniyorum, öğreniyorum, gelişiyorum. Bu sayede ben de kendi kişiliğime yönelik yeniden gözden geçirmeler yaşıyorum.
Bu diziyle birlikte herkes sizi daha çok tanımaya başladı. Dizi dışında nasıl birisiniz, neler yaparsınız Pınar Öğün olarak?
Hatırlamıyorum. Yok, şaka yapıyorum.
Kendinizi role kaptırdınız yani…
Yok, çok çalışıyorum sadece. Daha henüz doğru düzgün uyumadım ana yine de enerjim bitmiyor.
Peki, sorumuza dönersek… Pınar Öğün neler yapmaktan hoşlanır?
Çok sosyal birisi değilim. Daha izole yaşamayı seviyorum. At biniyorum, piyano çalıyorum, yemek yapmayı çok seviyorum. Kitap okumak, ?lm seyretmek bunlar çok zevk aldığım şeyler ama en çok keyif aldığım şey, Bach dinlemek.
Set yüzünden eve çok gidemiyorum dediniz. Hep sette mi geçiyor hayatınız?
Mesela şöyle oluyor, sabah 3’te bitiyor çekim, ben eve geliyorum 05.30’da. Dört saat falan uyuyorum, sabah 9.30-10.30 gibi de beni gelip alıyorlar.
Eve uyumak için geliyorsunuz sadece…
Tabii. Ya da bavulumu değiştirmek için. Ama bu günden itibaren bir süre tatil şansım olacak. Mesela yeni bölümler için Eskişehir’e gideceğiz. Eskişehir’de yaşayacağım bir süre. Ama bu bir iş ve ben bu işi seçtim, şikayet etmek için söylemiyorum. Çok da keyif alıyorum, iyi ki de kabul etmişim. Beni çok besledi, geliştirdi, olgunlaştırdı. Bu proje ile günbegün büyüdüğümü tecrübe kazandığımı düşünüyorum. Ve çok şanslıyım böyle bir projede yer aldığım için. Nasıl biridir Pınar Öğün dedik ya kesinlikle enerjik biri. Heyecanlı ve enerjik.
Tezcanlı mı peki?
Evet. Mesela başka bir koşulda tanışsaydık daha hareketli görebilirdiniz beni. Kendini daha heyecanlı ifade eden birisi görebilirdiniz.
Peki diğer yandan eve gidemiyorsunuz, gittiğinizde de uyuyup tekrar sete dönüyorsunuz. Eşinizle ne ara görüşüyorsunuz?
Memet Ali çok anlayışlı ve bu işi yaptığım için çok mutlu. Bunu her defasında söylüyor ve bana son derece destek oluyor. Yani müthiş bir adam gerçekten. Bu zor şartlarımı kabul etti ve benim hep yanımda. Ben bunu gerçekten hissediyorum. Biz zaten birlikte çok zor bir ilişkiyi büyüttük. Ben yurt dışındaydım, o İstanbul’daydı. Kolay değildi bu ilişkiyi yürütmek ve biz birbirimizden hiç vazgeçmedik. Zaman içerisinde de şunu fark ettik ki, mesafeler ne olursa olsun, iki insan beraber olmak istiyorsa, bir araya geldiklerinde, birlikte olamadıkları zamanın acısını çıkartıyorlar. On dakika da olsa, bir gün de olsa, o an birbirinize konsantre oluyorsunuz ve o an önemli oluyor sizin için. Mesela kavuşmak çok keyi? i bir şey. Tekrar tekrar sarılmak... Eve gidince “işte sana geldim” demek mutluluk verici.Bu diziye başlamadan önce Türkan Saylan’ı ne kadar tanıyordunuz? Onun hakkında ne biliyordunuz?
Türkan Saylan ile hiç tanışmadım ben. Öyle bir şansım olmadı. Sadece bir ?kir olarak ve yaptıklarıyla biliyordum. Fakat dizi projesi bana geldiğinde Ayşe Kulin’in, “Tek ve Tek Başına Türkan” kitabını okudum ve onun hakkında daha fazla fikir edindim. ‘At Kız’ı okudum mesela, “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabını... Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden çıkan değişik kitapları okudum. Tabii ki onun hakkında yazılan şeyler, onu ‘o’ yapmıyor. Onun ötesinde bir de evdeki Türkan Saylan var, gençliğindeki Türkan Saylan var. Ayrıca gittim cüzzamlılarla tanıştım. O da başka bir tecrübeydi benim için.
Siz kendi çabanızla yaptınız galiba değil mi bunu?
Evet, ama Koliba Film organize etti. Tabii ki hayır diyebilirdim. Ama ben de istedim. Bunun bana çok katkısı olacağını düşündüm, gittim. Ve gerçekten de hayatımı değiştiren bir tecrübe oldu.
Ne hissettiniz peki onlarla tanıştığınızda?
Ben size tam olarak ne hissettiğimi söyleyeyim; normal hayatın rutininde estetik anlamda ya da entelektüel anlamda bir şeylere takıyoruz kafamızı. İşte diyoruz ki, “Şu kitabı okursam şöyle olur, şunu giyersem şöyle olur, saçlarımın rengi değişsin” gibi birtakım edinilmişlikler kazanıyoruz. Böylece bu sıfatların peşinde koşarken, yaşamın kendisini kaçırıyoruz. Ben oraya gittiğimde ‘sıfatsızlığı’ yaşadım. O sıfır noktasında olma halini sadece insan olmanın ve iletişimin key? ni yaşamanın farkına vardım. Bu da çok kıymetli bir andı benim için.
Peki, Türkan Saylan gibi çok önemli bir karakteri canlandırıyorsunuz. Bu hayali bir karakter değil, gerçekten yaşamış bir insan. Bu size ne hissettiriyor?
Türkan Saylan’ı canlandırmak bana bir nevi hayatı öğretiyor. Ve benim bilmediğim, fark etmediğim birçok şeyin farkına varmamı sağlıyor. Mesela beni en çok etkileyen anlardan bir tanesi şu oldu: Birinci bölümde, ‘Genç Türkan’ cüzzamlıların tecrit edildiğini gördü ilk kez. Ve orada bir vahşetle karşı karşıya kaldı. Ama bu vahşet tıpta normal karşılanıyordu. Cüzzamlıların gördüğü muamele zaten olması gereken prosedürdü. Yani akademik olarak bakarsanız doktorlar hastaları o şekilde tecrit etmeyi normal görüyorlardı. Bu da benim şunu fark etmemi sağladı; biz galiba korktuğumuz şeyleri yok etmeye çalışıyoruz. Bir şeyden korkuyorsak, onu imha edelim ki bizi daha fazla korkutmasın ve tehdit etmesin. Şimdi biliyoruz ki cüzzam bulaşıcı değil. Ama eğer Türkan Saylan bunun yanlış olduğunu fark etmeseydi ve Ethem Utku’nun kitabını bulmasaydı, İngiltere’ye, Fransa’ya gidip araştırmalar yapmasaydı, bilgiler edinmeseydi, o ilaçların buraya gelmesini sağlamasaydı ve bütün dünyada tanınmasaydı, böyle bir şey olmayacaktı ve belki de bugün biz bu sohbeti yapamayacaktık.
Ve cüzzamlılar hala aynı muameleye maruz kalacaktı…
Evet. Demek ki, uygulanan bir şiddet, şiddet olarak algılanmamışsa o, o zaman normalleşiyor. Ve biz onu normal kabul ediyoruz ve ondan korktuğumuzu kabul etmiyoruz. Diyoruz ki, bu böyle uygun görülmüş, budur bunun prosedürü. Böyle devam edecek. İşte bu çok üzücü bir şey. Türkan Saylan’ın da bana ön ayak olduğu gibi, ben Pınar olarak hep şunun mücadelesini vereceğim: Bana rağmen olan her şeyin farkına varmaya çalışacağım. Farkında olursam doğru tanımlarım, doğru tanımlarsam da yaşamı keyi? e ve bilinçli yaşarım diye düşünüyorum.
Dizi ile birlikte gerçekten çok olumlu tepkiler alıyorsunuz. Herkes çok beğenerek izlediğini söylüyor. Hatta en son Türkan Hanım’ın oğlu sizi sette ziyarete gelmiş…
İki oğlu da ziyaret ettiler.
Nasıldı?
Sete geldiler. Zaten ben projeye başlamadan önce Türkan Saylan’ın en yakın arkadaşı Gökşin Sanal ile görüşmüştüm. Ayrıca Gündüz Saylan, hala hayatta olan tek ve en küçük kardeşi, onunla diyalog halindeyiz. Hepsi son derece samimi bir şekilde bana yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ve oğulları da benimle tanışmak için sete geldiler. Çağlayan Örgen’in beni annesine benzettiğine yönelik açıklamasını gazetelerde okumuştum. Çok etkilendim tabii. Çağlayan Bey, sete geldiğinde role yaklaşımımı doğru bulduğunu ve çok keyi? e izlediğini söyledi.
Türkan Saylan’ın sizi en çok etkileyen yanı ne?
Cüzzamlılar için bir ekip oluşturması ve çok cüzi bir bütçe ile bütün Doğu’yu gezmesi. Tek tek bütün köyleri dolaşmışlar, bu akıl almaz bir şey! Orada herkesi tek tek elliyorsunuz, dokunuyorsunuz, tespit ediyorsunuz ve müdahale ediyorsunuz. Ve düşünün ki oradaki herkes o hastalardan korkuyor, ahırlara kapatıyor. Yaşayan ölüler olarak, günahkarlar olarak görüyorlar.