Yıldız Tozu: Zeynep Farah Abdullah
Kendi yolunu çizerken, tam da istediği gibi biri olmaktan asla vazgeçmiyor. Şartlar onu değil daha çok o şartları belirliyor. Yaratıcı dünyası oyunculuğuna, hayal gücü yaşamına ışık tutuyor. Kendi yazdığı senaryonun özgün kadın kahramanı olan Farah Zeynep Abdullah’ın hikayesi aslında tamamen tutku üzerine kurulu. Öyleyse 3, 2, 1... Motor!
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Semih Kanmaz
Bir film seti hayal edin; sahne, dekor, ışık her şey hazır. Tek bir eksik var ve işte tam o anda beklenen yıldız da içeri adımını atıyor; Farah Zeynep Abdullah. Eski Hollywood yıldızlarının yaydığı ışıkla gülümseyerek başlıyor güne... Tüm ekibe sımsıkı sarılıyor her şeyden önce. Acele iş değil tam iş yapmak istercesine etrafına yaydığı sakinleştirici hava baloncuklarıyla başlıyoruz çekim hazırlıklarına. Bu kez önce gözlemleyip sonra tanımak yerine tam tersini yapma isteği duyuyorum içimde. İyice tanıyıp her hareketini, bakışını, duruşunu o bilinçle anlayabilmek istiyorum. Alışılmışın dışındaki hayat ve gerçeklik algısı, bulaşıcı nitelikteki dolu dolu neşesi, baktıkça derinleşen nostaljik güzelliği, aşkı yaşama ve aile duygusunu sahiplenme şekli ve standartların ötesinde duran orjinal nitelikleri, yıldız haritasının içinde kendiliğinden ayrışmasına neden oluyor. Genetik ayrışması ise çok daha özgün temellere uzanıyor; Türk ve Boşnak kökenli bir anne ile Irak Türkmenlerinden olan bir babanın masallara atıfta bulunan tanışma hikayesinin ayrıcalıklı sonucu desek haksız sayılmayız. Kendi jenerasyonuna nazaran, 27 yaşın araladığı ikilemli yolculukta denge problemi hiç yaşamadan adımlarını atan Farah Zeynep Abdullah’ın muzip ve utangaç bakışları olgun ve ağırbaşlı tavırlarından nemalanıyor. Ruhundaki mütevazı dokunuşlar hem aile hem eğitim hayatının ışıltılarını yansıtırken, aşkı yaşarken duygularını göstermek konusunda hiç de mütevazı olmadığını misal gösterilebilecek bir pırıltı sahne buluyor. Zira tam o sırada sete adımını atan kişi birlikte olduğu yakışıklı oyuncu Caner Cindoruk oluyor. Birbirlerini gördükleri anda kenetlenen gözlerinin arasındaki çekimin yarattığı manyetik alandan olsa gerek hepimiz bir adım geri çekiliyor ve güneş ışığının düştüğü o en güzel noktada kavuşmalarına şahit oluyoruz. Hem gizemli hem doğal bir iç dünyası olduğu izlenimine kapılmaktan kendimi alamazken şunu fark ediyorum; o kelimenin tam anlamıyla bağımsız bir ruh! Onu bağlamaya çalışmak, kalbini yerinden çıkarmak kadar acı verici bir görüntü demek olabilir. Onu özgür bırakmak ise kendi akışında yaratacağı özgünlüğe ulaşmak demek. İşte, oyunculukta da onu bu denli farklı kılan her bir projesinde yakaladığı ve yarattığı oyun alanları aslında. Keza, bu sıralar Muhteşem Yüzyıl Kösem dizisinde hayat verdiği kurgusal karakter Prenses Farya ile de bunu bir kez daha kanıtlıyor ve rolü hakkında şu cümleyi ekliyor; ‘‘4. Murad’ın aşk yaşadığı kadınların tek karaktere toplanmış hali de diyebiliriz belki.’’ Dileklerinin gerçekleşmesi için hiç acele etmediğini söyleyen Farah Zeynep Abdullah’ın okurken sorgulatan, düşündüren, motive eden ve içinize harekete geçme tohumları eken sözlerine tanık oluyoruz.
Oyunculuğun misyonun ne olduğuna inanıyorsunuz?
Oyunculuk, bir filmin önemli bir parçası. Tek başına oyunculuğa misyon yükleyemem fakat icra edilecek eserin bir misyonu olabilir, bu da projeden projeye göre değişir. Oyunculuk bir misyon taşımaz aslında ama bununla birlikte oyuncu, kendisi bir misyon taşımayı seçebilir.
Karakterin derinine inmek ve geliştirmek için nasıl yöntemler izliyorsunuz?
Belirli bir yöntem izlediğimi söyleyemem, benim için hazırlık sürecini temel hikaye yönetir. Önce hikaye kafamda bir yer edinir, sonrasında oynayacağım karakter. Canlandıracağım karakter hikayenin neresinde nasıl duruyor sorusuyla meşgul olmaya başlar beynim. Senaryoyu okuyup, ardından uzun süre hiç bakmayıp, sonrasında yine okumak, öğütülmüş fikirlere sahip olmamı sağlıyor sanırım. Ama en sevdiğim, sette yönetmenim ile birçok şey deneyip bulmak. Bu süreç hem eğlenceli hem de zor. Ne kadar hazırlanırsam hazırlanayım, bir sahneyi oynarken, içindeyken keşfediyorum aslında.
Tarihi bir karaktere hazırlanmak nasıl bir süreçti? Gerçekten yaşamış birini canlandırmanın zor ve kolay yanları neler?
Aslına bakarsanız, Bi Küçük Eylül Meselesi dışında içinde olduğum tüm projeler dönem projeleri oldu. Fakat sadece iki projede tarihte var olmuş birini canlandırdım, Kelebeğin Rüyası ve Kurt Seyit ve Şura’da. Hayat verdiğim karakterleri gerçekte yaşamış ya da dönem karakteri olarak nitelemiyorum, hikayenin kendi dünyasında yaratılmış bir karakter olarak algılıyorum. Senaryoda oluşturulan dünyanın gerçekliğinden kopmadan, kişisel olarak merak ettiğim şeyleri araştırıyorum. Her karakteri önce senarist, sonra yönetmen ile oyuncu yaratır, bu yüzden benim için gerçekten esinlenilmiş olması ile tamamen kurgu olması arasında büyük bir uçurum yok, tabii içinde olduğum proje tam anlamıyla bir biyografi değilse.
Yaş aldıkça aşık olmanın ya da biriyle birlikte olmanın daha zor olduğuna inanıyor musunuz? Bunun nedeni ne olabilir?
Böyle bir soru karşısında kendimi oldukça ‘yaş almış’ hissettim. Yaş aldıkça aşık olmanın ne kadar zorlaşabileceğini şu an kestiremiyorum. Buna ileride cevap vermem daha uygun olabilir. Ama özellikle aşkla ilgili genellemelere inanmıyorum. Tahminen yaşla birlikte deneyim de arttığı için insanların beraberinde getirdiği yükler de daha ağırlaşıyor. Kötü deneyimler, iyi deneyimler, geçmişte hayatımıza girmiş insanlar pek çok şeyi belirliyor. Ama aşık olmak kolay ya da zordan ziyade daha tanımsız bir duyguymuş gibi geliyor bana. Bazen biri çıkıyor ve kaç yaşında olursan ol her şeyi unutturup hem seni yeniden yaratıyor hem sendeki hiç keşfedilmemiş duyguları keşfetmeni sağlıyor.
Hangi süper kahramanın sevgilisi olmak isterdiniz?
Batman. Küçüklüğümden beri en gizemli, en karizmatik, en gerçek bulduğum süper kahramandır. Kahramanlıkla beraber karanlık tarafı da çekici bir adamdır. Ama ben de süper kahraman olmak isterdim eğer Batman’in sevgilisiysem.
Nasıl erkeklere katlanamazsınız?
Aslında erkek ya da kadın fark etmez, insanları küçümseyen ve ayrımcılık yapanlara katlanamam.
Özgürlüğünüze düşkün müsünüz? Sizce ilişkiler bu noktada ne kadar kısıtlayıcı olabiliyor?
Çok düşkünüm. Tek başıma tatil yapmak en sevdiğim şey diyebilirim mesela. İstemediğim bir şeyi zorla yapmamayı, gerçek hislerimi söyleyebilmeyi isterim, karşımdaki insandan da aynı şeyi görmeyi umarım. Dürüst olmak her tür ilişkiyi özgürleştiriyor. Hem kadın-erkek ilişkisinde hem arkadaşlıkta hem de ailede özverinin gerektiği de bir gerçek. O yüzden bakış açısı çok önemli bu noktada, empati kurabilmek, bencil olmadan, benliğini kaybetmeden karşındakinin duygularına önem vermek gerekiyor.
Bizim jenerasyon özellikle birini sevmekten korkar hale mi geldi yoksa tahammülsüzlük mü arttı?
Tahammülsüz olduğumuzu zaman zaman ben de düşünüyorum fakat bununla birlikte etrafımda çok güzel aşk örnekleri de var. Belki de bu tahammülsüzlük olarak adlandırılan algıyı yaratan şey, bizim jenerasyon kadınların sosyal ve maddi özgürlüklerinin giderek artması. Artık kadınlar meslek sahibi olup kendi paralarını kazanıyorlar, aile evinde mutsuzlarsa bu mutsuzluktan kurtulmak için tek seçenekleri evlenmek değil. Kadınlar, yıllardır süregelen toplumsal baskıların birikimini üstlerinden atmaya başladılar, daha karşılıklı bir ilişki biçimi arıyorlar. Kimi zaman teknolojideki gelişmelerin de tahammülsüzlüğe katkısı olduğunu düşünüyorum. Bence sosyal medyanın da ilişkideki gizemi ortadan kaldırma gibi bir negatif etkisi var. Artık herkes herkesin hayatı, karakteri hakkında sosyal medya profilinden çok çabuk fikir sahibi oluyor. Bunun ikili ilişkilerde pek olumlu sonuçlar doğurmadığına inanıyorum.
Bir de toplumumuzda sevgiyi gösterememe, bastırma ve dolayısıyla sevgi eksikliğinden kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu da düşünüyorum. İletişim şekline de sirayet eden bir hata gibi... Katılıyor musunuz?
Her alanda büyük iletişim eksikliğimiz olduğunu düşünüyorum. Bu eksiklik ne yazık ki ilk olarak ailede başlıyor. Üzüldüğünü söylemek yerine kızmak, bağırmak… Duyguları göstermekten kaçmak, üzüntüyü kızarak dindirmek… Genel olarak çabuk sinirlenmek gibi bir problemimiz var, beraberinde saygı sınırlarını doğru çizememek… Özgüven eksikliği, bireylerde hayata karşı küskünlük, insanlara karşı öfke olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda doğru iletişimden bahsetmek söz konusu bile olamıyor.
Modern zamanların ideal çift kavramı hangi öğeleri içinde barındırmalı sizce?
Bence ideal çift diye bir şey yok. Ama benim için ideal olan aşk, annem ve babamdan gördüğüm, birbirine sevgiyle bağlı, hayat yoldaşlığı. Bu ne eski dönemlerde ne şimdiki zamanda ne de ileride pek değişecek bir şeymiş gibi gelmiyor bana.
Sosyal medyada yeni trend de geri çekilmek. Birçok ünlü isim bir bir hesaplarını kapatmaya ya da paylaşımlarını en aza indirmeye başladılar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tamamen kişisel tercihler olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda ülkemizde sosyal medyaya politik bir misyon eklenmesi geri çekilmeyi tetiklemiş olabilir. Kötü şeyler oluyor, feci acılardan geçiyoruz, ruhumuz daralıyor. Herkese saygı duymak gerektiğine, hatta buna zorunlu olduğumuza inanıyorum. İnsanlar sosyal medyada tepkilerini gösterdikleri veya göstermedikleri için taşlanmamalı.
Sizce şu an dünyanın yüzleştiği en büyük tehlike ya da sorun ne?
İnsanın insana ve doğaya karşı sevgisizliği ve saygısızlığı.
Yorucu bir günün ardından eve döndüğünüzdeki vazgeçilmez ritüeliniz nedir?
Banyo. Suyla yenilenirim. Pijamalarımı giyerim ve televizyon karşısına uzanırım. Başkaaa? Sanırım yok.
Stres savma yöntemleriniz neler?
Arkadaşlarımla olmak, kedim Duma, köpeğim Eylül ile vakit geçirmek. Muhakkak ya kendi kendime ya arkadaşlarımla birlikte içimdeki stresin sebebini sorgularım, bulmaya çalışırım. Çoğu zaman da rahatlarım gerçekten.
Aldığınız en güzel, sizi en mutlu eden hediyeyi ve yaptığınız en büyük savurganlığı hatırlıyor musunuz?
Savurgan bir insan değilim, bir kere çok büyük bir savurganlık yaptım o da gereksiz bir kıyafet alışverişiydi. En güzel hediye deyince, o kadar zor ki bir şey söylemek. Doğum günlerimde tanıdığım, tanımadığım beni anladığını hissettiğim sevdiklerim tarafından yapılan hayvan sahiplenmeler, hayır kurumlarına yapılan destekler benim için feci değerli. Hem hediyenin kendisinden, hem de böyle güzel şeylere vesile olmaktan dolayı aşırı mutlu oluyorum.
Geleceğe dair hangi fikri ya da hayali düşlemek ayaklarınızı yerden kesmeye yetiyor?
Yaşlandığımda dönüp arkama baktığımda huzur hissetmek, iyi ki demek istiyorum. Bu dünyadan ben gittikten sonra izlerimin kalmasını, tecrübelerimle gençlere rehberlik etmeyi, hayvanların korunmasıyla ilgili elimden geleni yapmış olmayı, çocuklarımı iyi birer insan olarak yetiştirmiş olmayı çok isterim.
Set öncesi ve sonrası rutinleriniz var mı?
Sanırım belirgin bir rutinim yok. Bir tek hipoglisemi olduğum için mutlaka yemek yemiş olmalıyım sete girmeden. Anneannem sağ olsun hep yanıma bir şeyler verir yolda yemek için. Bir de yolda mutlaka müzik dinlerim.
Hem dizi hem sinema adına çok iyi işlerde yer almış bir oyuncu olarak, ikisinde de çok başarılı bir şekilde ilerleyebilmenin yolunun nereden geçtiğini düşünüyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Bu zamana kadar hep iç sesimle hareket ettim ve bir seyirci olarak izlemek istediğim projelerin içinde rol aldım. Çok şanslı olduğumu hissediyorum bu konuda. Kadın karakterler konusunda hassasım. Sadece dişilik vurgusuyla yazılmayan, derinliği olan gerçek kadınları canlandırmayı ve izlemeyi seviyorum. İyi ekiplerle çalışmaya özen gösteriyorum. Okuduğum projenin içinde güvendiğim bir yönetmen ve ekip olması beni her zaman rahatlatıyor.
Kendinize örnek aldığınız isimler var mı? Size her daim ilham verenler…
Her meslek grubunda işini sevgiyle ve tutkuyla yapan her insan bana ilham veriyor. Yakın çevrem ilham veriyor, ailem, arkadaşlarım, sevgilim… Bana her zaman dürüst yaklaşan, iyisiyle kötüsüyle fikirlerini söyleyen, farklı açılardan bakmamı sağlayan, her daim destek olan bir çevrem var.
Siz kendinizi hangi noktadan anlatmaya başlardınız? Nasıl bir hikayenin içindesiniz?
Gerçekten çok zor bir soru. Oyunculukla başlayan çok da keyif aldığım bir hikayenin içindeyim, nereye gitmesini istediğimi az çok biliyorum. Sinemaya dair yapmak istediğim pek çok şey var, yavaş yavaş ama sağlam atmak istediğim adımlar var önümde. Beni hiç tanımayan birine kendimi anlatmaya çalışmak çok güç. Muhtemelen çevremin anlatmasını isterdim, daha doğru olurdu o zaman.
Hayatınızdaki dönüm noktası neydi sizce?
Öyle Bir Geçer Zaman Ki… Hiç beklemediğim bir anda hiç düşünmediğim şekilde hayatımı değiştirecek bir projenin içinde buldum kendimi. Geçmişte biraz maymun iştahlıydım sanırım. O dönem çevirmenlik de, kamera arkası da, müzik de yapmak istiyordum. Tiyatro her zaman hayatımda olur düşüncesindeydim fakat sinema ve dizi oyunculuğu hiç aklımda yoktu. Öyle Bir Geçer Zaman Ki sonrasında sinemaya giriş yaptığım Kelebeğin Rüyası benim için ayrı bir dönüm noktasıdır.
Gelecekteki eşiniz, çocuklarınız hatta kendiniz için çektiğiniz videolar... Çok etkileyici. Fikir nasıl doğdu? Aile kurma ve çocuk sahibi olma hayaliyle tetiklenen bir durum diyebilir miyiz?
Küçükken kendime gelecekte okumam için mektuplar yazardım. 14-15 yaşlarındayken, Oriana Fallaci’nun Doğmamış Çocuğa Mektup kitabını okuduktan sonra çocuklarım için video çekmek geldi aklıma. Sonrasında bu fikir gelişti, müstakbel eşim için de çektim, çekiyorum, hatta torunlarım için de muhtemelen çekeceğim. Zaman elle tutamadığımız yegane gerçeğimiz. Zamanı, andaki durumu saklama fikri bana çok ilginç geliyor.
30 yaş yaklaşırken hangi konular sizi daha çok düşündürmeye ya da endişelendirmeye başladı?
Yaşın bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Şu an 27 yaşındayım, gençliğimin olgunluk çağındayım. 20’ler ergenlik gibi geçti, geçiyor... Artık çocuk olmadığın ama pek de yetişkin sayılmadığın zamanlar 20’ler… 30’umu heyecanla bekliyorum, nedense daha özgür bir kadın olacakmışım gibi hissediyorum. Her yaş başka bir deneyimi de beraberinde getiriyor, o yüzden yaşla ilgili ileride de bir endişem olacağını sanmıyorum. Bu soruyu 29 veya 30’umda daha net cevaplayabilirim herhalde.