Tüm gözler üzeri̇nde: Tilya Damla Sönmez
Etkileyici yetenekleriyle doğal olarak hayranlık uyandıran bir yıldız. Oyuncu Tilya Damla Sönmez ile meraklı bakışların odağında, farklı hikayelerin perde arkasında gösterişli bir buluşma.
Baran Alışkan
Elele Eylül-Ekim 2024 sayısından
Bir toplantı masasının çevresinde yeni sezonun heyecanı paylaşıyoruz. Her zaman heyecanlı ve meraklı hislerin hüküm sürdüğü bu masa, yenilikleri ince eleyip sık dokuyarak tek tek inceliyor. Bizim için adeta bir klasik bu anlar. Şüphesiz çok şey bizi heyecanlandırıyor ama gözlerimizi alamadığımız, hayat vereceği karakterlerle tanışmak için sabredemediğimiz, anlatacağı hikayelerin içinde kaybolmak istediğimiz ve tanışmaktan memnuniyet duyacağımız çok belli Tilya Damla Sönmez ile yeni sezon için buluşmak üzere yola çıkıyoruz bugün.
RÖPORTAJ: BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF: ALİ KALYONCU
STYLING: FERAY KANPOLAT
SAÇ: MUTLU AHMET SİNAN
MAKYAJ: CANAN HIZLI
IŞIK: TANER YAMAN
FOTOĞRAF ASİSTANLARI: MURAT ERDOĞAN, NURULLAH CÜNİ, ATACAN BAYTOK
STYLING ASİSTANLARI: BÜŞRA KAHVECİ, İLAYDA ALTIN
SAÇ ASİSTANI: ENGİN GEDİK
MAKYAJ ASİSTANI: CANAN GÖKKAYA
Yazı uğurladığımız, sonbaharı karşıladığımız dengeli bir zaman diliminde bir araya geliyoruz. Çokların övüldüğü bir çağda dengenin büyüleyici cazibesine inandığımızı da eklemeliyim. Öyle ki ilk andan son dakikaya dek müthiş bir denge ve uyumla geçirdiğimiz bir gün olarak kalıyor hafızamızda bu buluşma. Tilya Damla Sönmez, herkesin gözlerinin içine bakan ve doğal olarak tüm bakışları üzerinde toplayan benzersiz aurasıyla muhteşem bir denge yaratıyor aramızda. Ayrıca etki alanından kaçmanın zor olduğunu da bilmelisiniz. Elbette tesadüf değil, çünkü yetenekleri onu zamanla doğal bir yıldıza ve etkileyiciye dönüştürmüş olmalı. Bugüne dek televizyonda Maviye Sürgün, Aziz, Saygı, Çukur, Rise of Empires: Ottoman, Masum Değiliz, Aşk ve Gurur, Güllerin Savaşı, Bir Aşk Hikayesi, Şubat ve daha birçok yapımla; beyaz perdede I Am You, Sibel, Taksim Hold’em, Deniz Seviyesi, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Kurtuluş Son Durak, Bornova Bornova ve daha fazlasıyla; tiyatro sahnesinde ise Belki de Sadece Yanında Olmam Gerekiyordu, Parçacıklar, Bi’ Parça Plastik, Savaş, Podacto Stüdyo ve bambaşka hikayelerle buluştuk benzersiz yetenekleriyle. Bugünlerdeyse yine yoğun bir ajandayla karşımıza çıkıyor. Televizyonda Kötü Kan, dijital platformda Çırak, sinemada Tezgah ve Seni Bıraktığım Yerdeyim ile Tilya Damla Sönmez’in hikaye anlatıcılığında üstlendiği rollere tanıklık etmeye hazırlanıyoruz. Bu sırada aynı masada, ışıkların altında, fotoğraf makinesinin flaşları arasında derinlikli bir sohbetin tam ortasındayız. Bizim onu daha yakından tanıma arzusuyla çok sorumuz, onun alelade olmayan ve ruhunun derinliklerinden süzülen yanıtları var. Her şeyi bir kenara bırakmanın ve birlikte geçmişten geleceğe, tiyatrodan sinemaya, içimizdeki seslerden hayat motivasyonlarımıza uzanan sıkı bir sohbetin tarafı olmanın zamanı. Bu buluşmada yalnızca siz, biz ve Tilya Damla Sönmez var.
Hayatınızın nasıl bir döneminde bir araya geldik? Bugünlerde nasılsınız ve nasıl hissediyorsunuz?
Güzel bir dinlenme döneminin ardından tekrar yoğunlaştığım bir dönemdeyim. NOW’da ‘Kötü Kan’ yayına girecek, ekim ayında Erkan Kolçak Köstendil, Rıza Kocaoğlu ve Kadir Çermik ile birlikte çektiğimiz ‘Tezgah’ sinema filmimiz vizyona girecek. Yine yakın zamanda Tabii platformu için çektiğimiz Ozan Akbaba’nın yazdığı ‘Çırak’ dizisi yayına girecek. Oldukça hareketli, keyifli bir dönem.
Bugünden geçmişe baktığınızda çocukluk ve ilk gençlik yıllarınızı nasıl hatırlıyorsunuz? Sizin adınıza ‘unutulmaz’ bir an veya anı var mı?
Annem bilgisayar mühendisi, babam mimar. Babam uzun yıllar işi sebebiyle yurt dışındaydı. Annem de özel sektörde çalıştığı için uzun mesaileri olurdu. Hafta sonları daha çok birlikteydik. Geniş ailemiz genellikle şehir dışında olduğu için zamanımın çoğu çekirdek ailem ve seçilmiş ailem dediğim arkadaşlarımla geçti. Mahallelerde sokaklarda oynanırdı ben çocukken. Tatil günlerinde yaşı küçük büyük, ekonomik durumu farklı farklı birçok çocuk aynı sokakta sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar oyun oynardık. En çok sokakta oyun oynadığımız dönemleri özlüyorum galiba. Tüm dünya o kadar ve tüm dünya bizim gibi hissettiğimiz dönemlerdi.
Yıllar yılı Damla Sönmez olarak tanıştık ve yeteneklerinize şahit olduk. Yakın dönemde ise isminizin başında Tilya’yı gördük. O halde yeniden tanışmamızda bir mahsur olmadığını düşünüyoruz. Tilya Damla Sönmez, tanıdığımız Damla Sönmez’den ne kadar farklı? Neden Tilya ile bu kadar geç ve yeni tanış olduk?
Farklı değiller aslında. Tilya Damla daha bütün oldu. İsim konusu bende biraz tuhaf. Çocukken yeni tanıştığım insanlarla başka isimlerle tanışırdım hep. Belki oyuncu olmak istemekle aynı yerden geliyordur bu farklı isimler sevdası. Tilya babaannemden gelen bir isim. Uzun yıllar kullanmadım. Sonra bir arkadaşımla sohbet ederken isimlerin üzerimizdeki etkisinden bahsetti. Tilya, Latince ıhlamur, Orta Asya Türkçesinde altın demek. Ihlamur şifadır, altın koruyucudur. Bu iki özelliğimi güçlendirmek istedim belki de.
Küçük yaşlardan bu yana tiyatro ve oyunculuğa bir tutkuyla bağlı olduğunuz aşikar. Fakat bunu ilk fark ettiğiniz ya da ilk fark edilen anı hatırlıyor musunuz? Sizi sahneye ve rol yapma oyununa davet eden o güç neydi?
Hafta sonları annem fark etmiş ki en keyif aldığım aktivite çocuk oyunu izlemek. Bazı günler Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde günde iki çocuk oyunu izlerdik. Sahnedeki dünya büyülü gelirdi bana. Galiba o zamanlar istedim tiyatrocu, oyuncu olmayı ilk kez. Çünkü tam olarak ne zaman ben bu mesleği yapmak istiyorum dedim bilmiyorum. Hatta başlarda istediğim şey sadece tiyatroydu. Sadece sahnede olmaktı. İlkokuldayken hafta sonları tiyatro kursuna gitmeye başladım; ortaokulda, lisede okul tiyatrosundaydım. Sonra da akademik eğitim geldi. Bu konuda verilen tüm klişe cevaplara katılıyorum. Belki aynı anda bir sürü meslek yapabiliyor olmak için, belki hayatım boyunca oyun oynamaya devam etmek istediğim için belki oyunculuğun duygusal olarak insanı sağaltan bir yanı olduğu için… Artık bunun cevabını ben de bilmiyorum.
Tiyatro tutkusu sanatın birçok farklı noktasında eğitimler almanızı, ilerleyen yıllarda ise oyunculuk eğitimiyle taçlanan bir sürece dönüştü. Peki, tüm bu eğitim sürecini göz önünde bulundurursanız, erken yaşta öğrendikleriniz ve deneyimleriniz kariyerinizi nasıl şekillendirdi?
Ailem çocuklukta birçok alanda kendimi deneyebilmemi sağlayarak hayatta neyde iyi olduğumu, ne yapmanın bana iyi geleceğini keşfetmeme fırsat tanıdılar. Oyuncu olmak istediğimi anladıktan sonra da eğitim konusu benim için her zaman çok önemli oldu. Eğitim almak benim için kendimi deneyebilmek, keşfetmek demek, hata yapabilme alanımın olması demek. Yüzüm, bedenim, sesim bunların hepsi benim enstrümanım ve sahne ya da kamera önü fark etmez seyircinin karşısına çıkmadan önce neler yapabildiğimi, sınırlarımı, o sınırları aşmam gerekiyorsa bunu nasıl yapabileceğimi o eğitim zamanlarında anladım. Hala bir eğitime katıldığımda -ki bence bu mesleğin en eğlenceli yanlarından biri sürekli öğreniyor olmanız ve zaten öğrenmeye açık olmak zorundasınız- anlıyorum. İnsan sürekli değişen bir varlık, ben de değişiyorum. Bu yüzden de bu denemeleri hep taze tutmam gerekiyor. Bir metinde yeni bir karakterle karşılaştığımda o karaktere nasıl yaklaşacağımı, tüm katmanlarıyla nasıl içselleştirebileceğimi, deneye yanıla, düşe kalka geçirdiğim eğitim dönemlerinden bende kalanlarla biliyorum. Farklı farklı ekoller var, birçok yöntem var. Hangisini nereye kullanabileceğiniz çok farklılık gösteriyor. Bazen sırf bu eğitimlerde edindiğiniz iç görüden yeni bir yöntem yaratıyorsunuz bir metne yaklaşırken, kendi sisteminizi yaratıyorsunuz. Bir de psikoloji konusu çok önemli. Çocukluğumdan beri çok fazla psikoloji kitabı, yayını okuyorum. İnsan anlamadığını anlatamaz çünkü. Dünya algısının, görüşünün, kafasının açık olması lazım. Bu aslında iki yönlü bir durum. Bu mesleği hakkıyla yapmak için dünya algısı konusunda gelişmiş olmanız şart, zaten meslekle ilgili eğitim alırken yaptığınız okumalar, kendi psikolojinizde analiz ettiğiniz durumlar sizi dünya algısı gelişmiş bir insan haline getiriyor.
“Tilya babaannemden gelen bir isim. Tilya, Latince ıhlamur, Orta Asya Türkçesinde altın demek. Ihlamur şifadır, altın koruyucudur. Bu iki özelliğimi güçlendirmek istedim belki de.”
Oyunculuk hala bir tutku mu, aranızdaki tutku hala ilk günkü gibi mi?
İşimi hala ilk günkü heyecanla yapıyorum. Tabii ki özellikle televizyon için dizi çekerken ağır fiziksel ve psikolojik şartlar bazen zorlayıcı olabiliyor.
Bugüne birçok yapımda önemli roller üstlendiniz. Şüphesiz hepsi sizin için özel bir yere sahiptir ama gerçek anlamda üzerinizde önemli etki bırakan bir yapım var mıydı?
Oyunculuğun keyifli yanlarından biri, karakterin size bir şeyler katmasıdır. Bu yüzden, çok incelik gerektiren bir iş. Şimdiye kadar birini seçmem gerekirse, ‘Sibel’ filmi diyebilirim. Hem manevi hem fiziksel olarak zor bir hazırlık süreci geçirdik. Filmi çektiğimiz coğrafyanın şartları seti daha da zorlu hale getirdi. Film, İsviçre Locarno Film Festivali’nde açıldı ve dört ayda, beş kıtada yirmi altı ödül kazandı. Bu süreçte, filmin farklı kültürlerle etkileşime geçişini gururla takip ettik. Karadeniz köyünde geçen bir hikayenin bu kadar farklı kültürde yankı bulması heyecan ve ilham vericiydi.
‘Sibel’ filmiyle bizce sonuna dek hak edilmiş birçok prestijli ödüle layık görüldünüz. ‘Sibel’ özellikle yalnızca ıslıkla iletişim kuran özel bir karakter olsa da alametifarikasının yalnızca bu olmadığı düşüncesindeyiz. Sizce ‘Sibel’i özel kılan neydi?
Sadece ıslıkla iletişim kuran özel bir karakter olarak değil, bir insan olarak Sibel ile ortak olduğunu hissettiğim bir duygumuz var; Sıkışmışlık. Nerede yaşadığınızın, kültürünüzün ne olduğunun hiç önemi yok. Bu sıkışmışlık bir arada yaşamak zorunda olan toplumların sürekli yaşadığı bir durum. Düzeni sağlamak için konulmuş kurallar, ilk belirlendiğinde amacını kaybedip, amacın kendisine dönüştüğünde insanın elini kolunu bağlayan bir hale gelebiliyor. İnsanlar kendi olmayı bırakıp, unutup, belirli bir sosyal kesim tarafından kabul edilmeye yönelik davranmaya başlıyorlar. Kendiliklerini, bireyselliklerini yavaş yavaş kaybedip etraflarındaki insanlara da bu sıkışmışlığı dikte etmeye başlıyorlar. Karşındakine zarar vermediğin sürece, bireyselliğin bir madalya gibi taşınması gerektiğini düşünüyorum. Aynı değiliz, aynı olmak tek renk olmak sıkıcı bir şey zaten. İlerleme, en optimum düzeyde eldeki kaynakların doğru değerlendirilmesiyle olur. Burada söz konusu olan kaynakların zenginliği çeşitlilik, bireyselliktir. Bu çeşitliliğin, bireyselliğin kabul edilmesi farklılıklarımızı harmanlayıp ilerlememize sebep olacaktır. Sibel’in benim için özel bir karakter olmasının başka bir sebebi de film için gittiğimiz festivaller hem kendi ülkemizde hem yurtdışında farklı farklı kültürlerde, coğrafyalarda Sibel’in yarattığı bilinç, ortaya çıkardığı dertdaşlık hali kalabalık hissettirmişti, umudumu perçinlemişti. Nereli olursak olalım bir toplum içinde yaşarken bu sıkışmışlığın içinde kalabiliyoruz. Sibel’in seyirci tarafından kendi olmasına tanınan hak, benim de insan olarak nerelerde kendim olamadığıma dair farkındalığımın gelişmesinde, öz kabulümün güçlenmesinde çok etkisi olmuştu.
Henüz galası gerçekleşen ve yakında vizyona girecek Tezgah filminizi de konuşmak istiyoruz. Tezgah’ı hem yapımcısı hem de başrolü olarak sizden dinleyebilir miyiz?
Erkan Kolçak Köstendil, üniversite zamanlarından arkadaşım. Rıza’yı da meslek hayatımızın ilk yıllarından tanıyorum. ‘Tezgah’ aslında yıllar önce Erkan Kolçak Köstendil tarafından bir tiyatro oyunu olarak yazıldı. Hatta 2017-2018 sezonunda başka bir oyuncu ekibi tarafından İkinci Kat Tiyatro’da oynadı. Çok da başarılı oldu. Erkan yıllardır Tezgah’ı bir sinema filmi yapmak istiyor. Son zamanlarda Rıza’nın da ısrarı ve motivasyonu ile proje hazırlanıyor. Daha sonra ben dahil oldum. Çok kıymetli Kadir Çermik de Erkan’la birlikte filmin yönetmenliğini üstlenmek için ekibe katıldı. Şubat başında provalara başladık. Film tek bir mekanda ve tek bir zamanda geçiyor. Başlıyor ve bitiyor yani. Çekimlerden önce adeta bir tiyatro oyununa hazırlanıyormuş gibi 25 gün prova aldık. Filmi çekmeye başladığımızda tüm filme ezberdik. Üç gecede çekimleri tamamladık. Çok özel bir film oldu. Bir şarkıcı, bir oyuncu ve bir yönetmen arasında geçen karanlık bir komediyi seyirciyle buluşturacak. Umarım seyirci de bizim çektiğimizde aldığımız keyif kadar keyif alır.
Aynı zamanda ‘Kötü Kan’ ile televizyon ekranlarında da birlikteyiz. Karanlık tarafı olan ve aksiyon dolu bir hikayeye sahip Kötü Kan’da bizleri neler bekliyor?
‘Kötü Kan’ NOW’da yayınlanmaya başlıyor. Uzun zamandır çalışmak istediğim ve hayran olduğum yönetmen Çağatay Tosun ile bu projede buluşmak benim için çok özel. Ertan Saban, Levent Ülgen ve Hüseyin Avni Danyal gibi değerli oyuncularla birlikte rol alıyorum. Proje, hem aile temalı hem de aksiyonu yüksek sahneler barındırıyor. Çalışma süreci oldukça heyecan verici ve tatmin edici. İzleyicilerin de aynı heyecanı paylaşacağını umuyorum.
Yakın gelecekte Çırak adlı bir dizide bu kez bir hacker’a hayat verdiğiniz yeni bir yapım da ajandanızda. Çırak ve hacker Damla Sönmez nasıl bir araya geldi?
Hikayesi Ozan Akbaba’ya ait olan bu projenin senaryosunu Birol Tezcan ve Ozan Akbaba birlikte yazdı. Yönetmenliğini Ozan Uzunoğlu üstleniyor. Dizi, bir kiralık katil şirketinin kendi iç hesaplaşmalarını konu alıyor. Yoğun bir gerilim ve aksiyon sunuyor. Proje, karakterlerin derinlikli çatışmalarını etkileyici bir şekilde işliyor.
“Merak ve ilgi hayat demek, tam orada yaşam var demek. Farkındalığımızı yüksek tutmayı öğrenmeliyiz. Tek bir hayat deneyimimiz var. Her şeye rağmen hayat otomatik pilotta değil, ayık bir halde geçirilmeye değer.”
Tüm bunların arasında bir de ‘Seni Bıraktığım Yerdeyim’ filmi ve Nihan karakteri var. Filmi başrolü olarak nasıl anlatırsınız?
‘Seni Bıraktığım Yerdeyim’, Ümran Safter’in yazıp yönettiği bir film. Kardeşinin intiharı sonrası cenazeyi memleketine götüren bir kadının hikayesini anlatıyor. Yanında abisi, kardeşinin arkadaşı ve uzun zamandır görüşmediği eniştesi var. Film, kayıp üzerinden kuşak çatışmalarını ve aile içindeki duygusal ayrışmaları sorguluyor. Eylül ayında İzmir’de çekimleri tamamladık, post prodüksiyon bitti, şimdi film festival yolculuğuna çıkacak.
Başarılı ve uzun kariyer geçmişinizi de göz önünde bulundurursak, ekran önünde geçen bu kadar zamana rağmen polemiklerin bir parçası olmadan, yalnızca mesleki yeteneklerle anılmak kariyer yönetiminizin bir parçası mıydı, yoksa tamamen içinizden geldiği gibi, kendiliğinden gelişen bir durum mu? Biliyorsunuz, imajlar çağının ortasındayız… Düşüncelerinizi merak ediyoruz…
İmajlar çağı meselesi beni sıkıştıran bir mesele. Oyuncu olmayı ilk istediğim zamanlarda sadece tiyatro oyuncusu olmak istiyordum. Sonra sinema da yaparım dedim. Sonra televizyon geldi. Ama ne olursa olsun reklamlarda olmayacaktım. Bir oyuncunun inandırıcılığını azalttığını, mesleğine zarar verdiğini düşünürdüm reklamların. Tabi o zamanlar sosyal medya diye bir şey yoktu. Herkes kendi kendisinin medyası değildi. Oyuncular oynadıkları karakterlerle anılırlardı. Benim de hayalimde böyle bir kariyer vardı. Günümüzde bu maalesef mümkün değil artık. Sanki insanlar oyuncu değil de ‘ünlü’ olmak istiyorlar artık. Aslında ikisi de; evet içimden geldiği gibi davrandım genellikle, evet içimden geldiği gibi davranmak kariyer yönetimimin bir parçası.
Bugüne dek birçok prestijli ödüle ve reyting rekorları kıran yapımların başrolü olarak, kariyer zirvenizi yaşadığınızı düşünüyor musunuz, yoksa mesleki olarak daha büyük hayallerden söz edebilir miyiz? Sizin için zirvede, ulaşılacak o noktada ne var?
Kariyer zirvesi benim için popülerlik ya da çok ödül ya da başrol oynamak değil. Evet bunlar hikayelerinizin daha çok insanla buluşmasına vesile oluyor ama popüler olan her zaman iyi ve kaliteli olan demek olmuyor. Ulaşılacak bir nokta değil de gidilecek bir yol var diyeyim. Hayatım boyunca elimden gelen her şekilde insanı anlatmaya, insana hikayeler anlatmaya devam edebilmek istiyorum. Ben yolu seviyorum.
“Oyuncu olmayı ilk istediğim zamanlarda sadece tiyatro oyuncusu olmak istiyordum. Sonra sinema da yaparım dedim. Sonra televizyon geldi.”
Sizce insan kendini nasıl gerçekleştirir? Hayata karşı motivasyonunuzu sağlayan bir ideal var mı?
Her şeyden önce kendini tanıması gerekir. Bunun için de dış dünyayla da daha ilgili olması gerek. Ben içeride ne varsa dışarıda da onun olduğuna inananlardanım. Dış dünyamızı biz yargılarla yaratıyoruz. Dışarıda görüp de eleştirdiğimiz bir özellik genellikle bizim kendi özümüzde hali hazırda var olan bir özellik oluyor. Varlığından haberdar olmadığımız herhangi bir durumu, olguyu, duyguyu görmemiz bile mümkün değil. Merak ve ilgi hayat demek, tam orada yaşam var demek. Farkındalığımızı yüksek tutmayı öğrenmeliyiz. Tek bir hayat deneyimimiz var. Her şeye rağmen hayat otomatik pilotta değil, ayık bir halde geçirilmeye değer.
Romantik dünyanızda ‘aşk’ tam olarak neyi temsil ediyor?
Dönem dönem hep farklı tanımladım aşkı ama galiba aşk tanımlanabilen bir şey değil. Olduğunda, biliyorsunuz.
Kendisiyle sık konuşan biri misiniz? Gün içinde içinizden en çok geçen ‘o düşünce’ nedir, iç sesinizin değişmeyen, kronik bir gündemi var mı?
Of her şeyi sürekli konuşuyor o. Geçmişle ilgili bir anı düşünürken gelecekle ilgili hayal kurmaya başlar, yandan geçen arabanın mavisinden geçen sene tatilde girdiği denizin sıcaklığına atlar. İç sesimin rastgeleliğini ve bazen saçmalığını iki satırda anlatmam pek mümkün değil. Ama yıllar geçtikçe daha iyi anlaşmaya başladık sanki. Eskisi kadar kendisine eleştirel değil. Daha kabullenici, daha sakin.
“İç sesimle yıllar geçtikçe daha iyi anlaşmaya başladık sanki. Eskisi kadar kendisine eleştirel değil. Daha kabullenici, daha sakin.”
Sizi yakından takip eden, seven, belki de aileden biri gibi gören hayranlarınız için bu soru. Hakkınızda ilk kez öğrenecekleri bir şeyi bizimle paylaşabilir misiniz?
Stresli ya da yorgun olduğumda geceleri uykuda çok diş sıkıyorum.
Yeni biriyle tanıştığınızda yani ilk bakışta, karşınızdaki kişinin nasıl biri olduğuna hangi kriterlere göre karar verirsiniz? O kişi sizin nazarınızda sıfırdan puan mı toplar, yoksa otomatik yüklenen kredisini mi tüketir?
Ortalama bir yerden başlıyor galiba bende herkes. İnsan gözlemlemeyi, analiz etmeyi seviyorum. İnsanlar en çok samimiyetleriyle ve alelade, gündelik iletişimlerinde yabancılara nasıl davrandıkları ile ilgili puan topluyor ya da kaybediyorlar bende. Yeni bir araştırma açıklanmış; kibar, nazik davranan insanların daha zeki olduğuyla ilgili. Ben de öyle olduğunu düşünüyorum.
Yeni tanıştığınız insanlarla dolu bir ortamda konuşma sırası size geldiğinde ya da ihtiyaç anında mutlaka anlattığınız kurtarıcı bir hikayeniz var mı?
İnsanlarla böyle planlı programlı iletişime giren biri değilim. Yapan insanlar tanıyorum. Farklı arkadaş gruplarıyla ilk karşılaşmalarda bazen bir arkadaşımdan aynı hikayeyi aynı açılış kısmıyla, sırayla, ritmine kadar aynı şaka performanslıyla dinlediğimi bilirim. Hatta bence benim gibi sosyal anksiyeteden mustarip insanlar için bence çok da güvenli bir yöntem. Bazen bazı hikayeleri özellikle bir kenarda tutayım diyorum; mesela tuhaf sessizlik anları için. Ama iletişimde, anda kayboluyorum.
Hayatınız boyunca sıklıkla karşılaştığınız bir klişe düşünce, ön yargı var mı? Onunla mücadele ediyor musunuz, yoksa kendi haline mi bıraktınız?
Dışarıdan soğuk bulabiliyorlar beni. Oysa dışarıdan benim soğuk olduğum düşünülürken ben sosyal anksiyeteden ölüyor oluyorum. Beni mesafeli buldukları için de baştan bir savunma mekanizmasıyla yaklaşabiliyorlar. Eskiden çok etkilenirdim bundan, üzülürdüm. Artık o kadar da umursamıyorum.
“İnsan gözlemlemeyi, analiz etmeyi seviyorum. İnsanlar en çok samimiyetleriyle ve alelade, gündelik iletişimlerinde yabancılara nasıl davrandıkları ile ilgili puan topluyor ya da kaybediyorlar bende.”
Sporla aranız nasıl? Özel bir antrenman programınız ve beslenme yönteminiz var mı?
Dönem dönem çok iyi, dönem dönem oldukça mesafeli. Mesela geçen sene 6-7 ay oyunca hafta da en az 4-5 kere sıkı antrenman yaparken son zamanlarda biraz daha rahata bıraktım kendimi. Yürüyüş yapmayı hiç kesmiyorum sadece. Yürümek hem bedene iyi gelen bir şey, hem de yürürken kafanıza takılan ne var yoksa her şeyi yeni bir bakış açısıyla görebiliyorsunuz.
Cildiniz yakından görenler için ilham alınacak bir rutine sahip gibi görünüyor ama bizimle sırlarınızı paylaşır mısınız? Mutlaka uyguladığınız bir bakım rutini, vazgeçilmez bir uygulama var mı?
Teşekkür ederim. Sırrım yok aslında. Temizliğin çok önemli olduğu bir gerçek. Asla makyajla yatağa giremem, hatta set zamanı makyajımı paydos verildiği gibi karavanımda çıkarıp eve öyle dönüyorum. Rutin bir bakımım yok. Setin çok yoğun olduğu, uzun saatler makyajlı kalmam gereken dönemlerde birkaç ayda bir profesyonel bir cilt temizliği ve bakımı yaptırıyorum. Set yoksa gündelik hayatımda çoğu zaman fondöten kullanmıyorum. Hep böyleydi bu. Daha yeni yeni değişik göz makyajları hoşuma gitmeye başladı. Muhtemelen oyuncu olmasaydım hiç makyaj yapmayan bir insan olurdum. Cilde gereksiz yüklenmemek, ağır fondötenlerle her gün gözenekleri doldurmamak, bir de temizliğine çok önem vermek cildinizin taze kalmasını sağlıyor zaten. Cildin ihtiyaçları her döneme göre değişebiliyor. Rutin, ezber bir bakımı tekrarlamaktansa ihtiyaca göre hareket almak ciltte de beslenmede de en iyi sonuç veren yöntem.
“En çok sokakta oyun oynadığımız dönemleri özlüyorum galiba. Tüm dünya o kadar ve tüm dünya bizim gibi hissettiğimiz dönemlerdi.”
TEK BAKIŞTA
Nerede kendini dinler?
Assos.
Etkileyici bir alıntı?
“Akıl sağlığı, insanın fikrini değiştirebilme yetisinin olmasıdır.” -Sigmund Freud
Neyi yemekten bıkmaz?
Humus.
Neye katlanamaz?
Samimiyetsizlik.
İmza aksesuarı nedir?
Damla şeklinde küpe.