Bilinçaltında şekillenen mücevherlerin yaratıcısı: Hazel Evin
Ignis Diamond’ın kurucusu Hazel Evin, Elele.com.tr okuyucuları için tasarımlarındaki ilham kaynaklarını, son yıllardaki mücevher trendlerini, ses getiren tasarımlarını anlattı…
Zamansız, nesilden nesile yadigar kalan ve ruhu hep yaşayan… Mücevher böyle olmalı diyor Ignis Diamond’ın kurucusu Hazel Evin. Ölümsüzün peşinden giderek tasarımlarını hazırladığını söyleyen Hazel Evin ile keyifli bir sohbet ettik, mücevher yaratım sürecini, dünyadaki son tasarım trendlerini ve koleksiyonlarını konuştuk…
Elele.com.tr
-Markanızı nasıl kurmaya karar verdiniz? Aslında moda tasarım eğitimi almışsınız ama takı tasarımına yönelmişsiniz...
Yeditepe Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarım bölümünden mezun olduktan sonra esas ilgi alanım olan takı tasarımına odaklanmaya karar verdim. Çünkü kumaşlar yerine metale şekil vermek bana daha büyük bir zevk veriyordu. Üniversite eğitimim sırasında takı tasarımı ile alakalı seçmeli dersler vardı ve ilgi alanıma girdiği için seçmeli ders olarak takı tasarımı ile ilgili derslere odaklandım. Aslında tekstil ve moda tasarımı ile takı tasarımı birbirinden çok farklı disiplinler değil; her ikisinin temelinde de tasarım olgusu var, sadece malzeme farklı.
Üniversite eğitimimin ardından ilk profesyonel iş deneyimim bir deri firmasında çanta ve kemer tasarlamak oldu. Daha sonra bir pırlanta markası ile çalışma fırsatı elde ettim. Bu fırsat bana mücevher dünyasının kapılarını açtı. Çatısı altında çalıştığım pırlanta markası için 2010 yılında Anneler Günü’ne özel bir ürün tasarladım, o ürün de benim dönüm noktam oldu. Sektörde çok ses getiren bu özel tasarım, taklit edilecek kadar özel bir ürüne hatta sembole dönüştü. Satış rekorları kıran tasarımımdan sonra tüm hayatımı ve kariyerimi bu alana odakladım. Sektöre yönelik özel eğitimler aldım, zihinsel ve yaratıcılık ile ilgili dinamizmimi korumaya yönelik hamleler yaptım ve yapmaya devam ediyorum.
O kadar çok fikrim vardı ki, aklımdaki tasarım fikirleri kalbimdeki duyguları harekete geçirdi; bu kendi markamı oluşturma fikriydi. Oldum olası içimde bir yerlerde bu istek vardı fakat her şeyin de bir zamanı vardı. Her zaman ayakları yere basan ve kendi ışığına inanan biri oldum ve özellikle mental açıdan hazır olduğumu düşündüğümde fiziksel olarak eyleme geçtim. Herkesin kapandığı pandemi sürecinde, benim markam, göz bebeğim İgnis Diamond dünyaya gözlerini açtı. Zihnimde yaşayan markam, gözümün önünde ete kemiğe büründü.
-Markanızı kurarken ilham kaynaklarınız neler oldu?Çizgisini nasıl belirlediniz?
İgnis Diamond markası ile yaptığım ilk tasarımın ilham kaynağı oğlumun ayak izi oldu. Oğlum doğduktan sonra doğum belgesinde yer alan ayak izinin birebir aynısını kolye olarak yaptırdım. Bu ürün çok beğenilince kişiye özel yani herkesin kendi çocuğunun ayak izinin yer aldığı kolyeler tasarlamaya başladım.
Öte yandan kendi markam ile yaptığım ilk tasarımımda olduğu gibi marka ismini ararken de 8 yaşındaki oğlum Ateş bana ilham oldu. Ateş kelimesinin farklı dillerde okunuşlarından yola çıkarak araştırma yapmaya başladım, Latince’ye olan ilgim nedeniyle de Latice’de “Ateş” anlamına gelen “İgnis” adını tercih ettim.
Markamı kurma aşamasında şunu düşündüm; bugüne kadar farklı markaların çatısı altında onların isteklerine odaklanarak tasarımlar yaptım. Artık özgür olmayı, bilinçaltımda şekillenen mücevherleri tasarlamayı ve bu tasarımların her birinin bir anlam taşımasını istiyordum. Koleksiyonlarımı hazırlarken anlam, sembol ve hikayeye yoğunlaştım. Çünkü yaşam, farklı hikayelerden oluşan bir seramoni ve bu seramoni beni çok etkiliyor. Örneğin; doğa tutkunu biriyim ve organik tarımla ilgileniyorum. İlk koleksiyonum olan FLORA KOLEKSİYONU da tamamen doğadan ve çiçeklerden esinlendiğim bir koleksiyondu. İnsan durağan bir canlı değildir, hikayeleriyle yaşama tutunur. Bu hikayelerdeki hisleri ve anlamları önemsiyorum çünkü markamın insanlarla duygusal bağ oluşturmasını istiyorum.
-Mücevher tasarımında dünyadaki trendlerden bahsedebilir misiniz?
Mücevher trendlerine baktığımızda; özellikle ülkemizde son 5 yıldır trendler arasında baget ürünleri görüyoruz. Esasında bu trendin önümüzdeki yıllarda etkisini kaybedeceğini düşünüyorum. Çünkü tabir-i caizse baget ürünler, mücevher sektörünün fast fooduna dönüştü. Hem alternatifleri çok arttı hem de kişiye özel ürünler daha fazla ilgi görmeye başladı. Daha küçük taşlarla bezenmiş, daha büyük ve gösterişli parçaların ön planda olduğu bir dönemdeyiz. Renkli taşlar yine ön planda olmaya devam edecek, bunun yanı sıra bir klasik haline gelen tek taş, beş taş gibi ürünler mevcut. Fakat bu ürün grubunun da yeniden yorumlanması gerektiğine inanıyorum. Bu sebeple ben bu klasiklere yeni bir soluk getirmek amacıyla Double D diye bir seri çıkardım. Bu seri, klasiklere yeni bir soluk olması amaçlanarak tasarlanmış bir line.
En nihayetinde mücevher maden olarak değerli olduğu için kolay eskimeyen bir şey. Dünyaya baktığımızda modadaki fütüristik tavır ile doğru orantılı olarak takı ve mücevherde de bu durum kendini göstermeye başladı; daha modern formlar, kullanılan farklı materyaller dikkat çekiyor. Taş ışıltısı ise hiçbir zaman eksik olmayacak.
-Markanızın modayı takip etmek yerine nesilleri takip etme hedefine olduğunu söylüyorsunuz. Yadigar mücevherler her zaman daha kıymetli oluyor değil mi?
Mücevher çok sık alınan bir şey değil, daha çok özel anları daha da özel kılmak ve o anlara anlam katmak için tercih ediliyor. Bu özel anlar için seçilen parçaların, değişen trendler ile sınırlandırılmaması gerektiğine inanıyorum. Zamansız olmalı, nesilden nesle geçmeli, ruhu hep yaşamalı...
Marka olarak hedeflediğim şey; anneden çocuğuna geçen bir ürün tasarlamak ve markamın adını ölümsüzleştirmek. Geçici olanın değil, ölümsüz olanın peşindeyim. En çok severek kullandığım takılarım annemden , anneannemden bana kalan yadigar takılar. Çünkü onların enerjisini üzerimde hissetmemi sağlıyor ve bana kendimi daha iyi hissettiriyor. Ben de tasarladığım tüm ürünlerde aynı duyguyu yakalamak istiyorum.
-Yaratımlarınızı bilinçaltında şekillenen mücevherler olarak tanımlıyorsunuz birazcık açmak ister misiniz bu konuyu?
Bilinçaltında şekillenen mücevherler tanımı gerçekten beni ve işlerimi çok iyi tanımlıyor. Çünkü tasarımlarımı yaparken yola çıktığım tema ne ise, formlar kağıdın ve kalemin başına oturunca kendiliğinden dökülüveriyor. O aşamaya gelene kadar fikirler besleniyor ve geriye sadece form alması kalıyor. Bilgi toplama işlemi bitip beyine giriyor, arkasından bilinçaltında şekillenme işlemi başlıyor ve buradan da kağıda veya bilgisayara dökülüyor tasarımlar. Bu tasarım sürecimi gözden geçirdiğimde ise her şeyin bilinçaltımda şekillendiğine karar verdim. Bu işi yapmak için doğmuş bir beynim var, içgüdüsel olarak şekil veren bir makine gibi...
-Size neler ilham verir? Yaratımlarınızı besleyen şeyler neler?
Benim ilham kaynağı konusundaki bakış açım şu; ben zihnimi açık tuttukça ve farkındalığım yüksek oldukça evrendeki tüm kanallar bana ilham sunuyor. Çünkü bir tasarımcı olarak yaşamımın her saniyesinde üretme odaklıyım. İnanır mısınız bilmem ama uyku esnasında bile; kimi zaman rüyadan uyandığımda bir koleksiyon fikri ile uyandığım oluyor. Bazen bir kitapta karşıma çıkıyor, bazen doğa yürüyüşünde gördüğüm bir bitkide, ya da bir sembolde. Beni etkileyen bir hikaye olması veya beni etkileyen bir aurası olması yeterli. Mistik anlamlar , duygu uyandıran hikayeler, karşındaki insana sevgini anlatabilecek fikirler dikkatimi çekiyor. Tüm bunların içerisinde pozitif hissiyat olmasına özen gösteriyorum.
-Önümüzdeki koleksiyonunuzda nasıl parçalar göreceğiz?
Kişiselleştirilmiş parçalar ön planda olacak. Taze çıkardığım bir MONOGRAM serisi var.
Double D koleksiyonuma yeni ürünler ekleyeceğim. Çok yakın bir zaman değil ama bir koleksiyonumda değerli ve yarı değerli renkli taşlar kullanma planım var. Belki tılsımlar ile alakalı olabilir.