Avrupa'daki ikinci adresiniz Porto
Porto, insana kendini evindeymiş hissettiriyor...
Keşifler Çağı'nı, ilk sömürgecilik hareketlerini başlatmış, vaktiyle
dünyanın en güçlü uluslarından biri; Afrika'dan Amerika ve Asya'ya kadar
yayılmış zengin bir imparatorlukken 18'inci yüzyıldaki depremler,
20'nci yüzyılın diktatörlerinin politikalarıyla beli bükülerek
Avrupa'nın en fakir ülkelerinden biri haline gelmiş ne de olsa. Son
birkaç yıldır geceyi gündüze katıp belini doğrultmaya çalışıyor. Bu
yanıyla da Türkiye'yi akla getiriyor. Ama en çok da sokaklarıyla...
Portekiz şık bir kulübün, Avrupa'nın üyesi ancak
kapı komşusu İspanya gibi o da kulübün diğer üyelerine dair ezber bozan
bir ülke; seçkin ancak ne mesafeli, ne de burnu havada. Tam tersine,
sıcacık bir ülke, ancak laubali de değil. Hatta biraz melankolik de
diyebiliriz onun için. Bir zamanlar çok canlar yakmış, ama şimdi eskisi
gibi olmayan bir kadının hüznü hakim onda...
Douro Nehri'nin iki yakasını birbirine bağlayan, ikisi Gustave Eiffel ve
onun öğrencilerinden biri tarafından tasarlanmış, göreni şaşkınlıktan
sersemleten köprüleri; Gotik, Rönesans ve Barok mimari ürünü ve kimi
zarif, usta işi fayanslarla süslenmiş binaları ve onların arasında
kıvrılarak nehir kenarına uzanan çoğu dar ve merdivenli sokaklarıyla
Porto, kesinlikle dünya gözüyle görülmesi gereken bir şehir. Ancak onun
harita üzerinde kapladığı küçücük alana aldanıp bir günde, en azından
turistik yerlerini, kolayca gezebileceğinizi de düşünmeyin. Zira
Porto'da zaman, ya yokuş yukarı ya da yokuş aşağı geçiyor. Bu yüzden
kenti yürüyerek gezmeye niyetliyseniz, Porto'nun inişli çıkışlı
sokaklarında sizi yarı yolda bırakmayacak bir çift ayakkabı geçirin
ayağınıza.
Bu yüzden olsa gerek, Porto'nun yer yer sidik kokusuna bol baharatlı
yemeklerinkinin karıştığı, camdan cama çamaşır iplerinin gerildiği
sokaklarında dolaşırken kendinizi evinizdeymiş gibi hissetmeniz çok
doğal.
Lizbon caka satar, Porto ise çalışır
Alametifarikası şarabıyla dünyaya mal olmuş Porto, Portekiz'in ikinci
büyük şehri. İlk sırada başkent Lizbon yer alıyor elbette. Ama Porto,
ikincilikle yetinecek gibi görünmüyor. Hatta iki kent arasındaki tatlı
rekabetin altını çizen bir söz bile var: ''Lizbon caka satar, Porto
çalışır.'' Porto da bu sözün hakkını veriyor adeta; 18'inci ve 19'uncu
yüzyılda Portekiz'in ticaret merkezi olan şehir eskiden tozu dumana
katmış, albümleri yok satmış, ama zamanla çaptan düşmüş bir rock yıldızı
misali eski prestijini tekrar kazanmaya çalışıyor. Rem Koolhaas'ın
elinden çıkma olağanüstü konser salonu, Alvaro Siza imzalı çağdaş sanat
müzesi, Douro Nehri'nin kenarında hizmet veren hayat dolu barlar ve
restoranlarla tarihî güzelliğini, modern dokunuşlarla tazeliyor, kent.
Porto'nun çehresini gençleştirmek için yapılan bu modern dokunuşlar
takdire şayan elbette, ancak Portekiz'in içinden süzülüp Atlas
Okyanusu'nun derin mavi sularına karışan Douro Nehri'nin iki yanında
uzanan dik ve granit kayalıklar üzerine kurulu bu kenti, Unesco'nun
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne sokan ve ziyaretçileri ona çeken yine de
doğuştan gelen güzelliği...