Bir mutluluk manifestosu Provans
Kendinizi bambaşka bir gezegene adım atmış gibi hissediyorsunuz. Gürültü yok, korna sesi yok, bağıra çağıra konuşan, telaşla koşturan insanlar yok. Onun yerini lavanta tarlaları, göz alabildiğine uzanan üzüm bağları, ayçiçeklerinden sapsarı halılar, mavi-yeşil panjurlu taş evler, yeşil, daha çok yeşil, huzur ve dinginlik alıyor. Güney Fransa’nın en güzel bölgelerinden Provans’taysanız, oraya aşık olacağınıza emin olabilirsiniz.
Aix-En-Provence
Marsilya’dan trenle 30 dakika süren Aix-En-Provence, 17 ve 18’inci yüzyıldan kalma otelleri, çeşmeleri, dar sokakları, irili ufaklı meydanları, şık avluları ve tabii ki sakin havasıyla artık Provans’ta olduğunuzu hissettiren bir şehir. La Rotonde Çeşmesi’ni arkanıza aldığınızda önünüzde uzanan ve 1650 yılında yapıldığından beri kimsenin eski binaları yıkıp yerine kutu gibi ruhsuz siteler yapmayı akıl edemediği Cours Mirabeau, boydan boya uzanan çınar ağaçları, zarif malikaneleri ve kafeleriyle çok hoş bir bulvar. Aix-En-Provence’da doğan ünlü ressam Paul Cezanne’ın atölyesi Atelier Paul Cezanne, yeşillikler içinde bir huzur mabedi gibi yükseliyor. Mobilyaları, çalışma gereçleri, resimleri, her şey olduğu gibi korunmuş. Kentin bütün kafeleri güzel, yemekler 10 numara, yerel şaraplar doyumsuz ama Cezanne’ın dostlarıyla buluştuğu Cafe Le Deux Garcons, 1792’den beri ayakta. Yeşil ve altın varaklı dekorasyonuyla zaman tünelinde bohem bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Güzel ve zarif Aix’e mutlaka zaman ayırın, pişman
olmayacaksınız.
Saint-Remyde-Provence
16’ncı yüzyılın ünlü kahini Nostradamus’un doğduğu kent Saint- Remy-De-Provence, Cote d’Azur’un lüks görünümlü kalabalığından kaçmak isteyen Fransızların gözdesi. Çeşmeleri, sakin sokakları, avluları, evleri ve her biri içinde küçük bir dünyayı barındıran hediyelik eşya dükkanlarıyla adeta zamanın durduğu bu yere Arles’dan ya da Avignon’dan otobüsle gidebilirsiniz. Taş evleri çepeçevre saran sarmaşıklar Provans’ın kalbindeki bu sakin kasabaya daha masalsı bir hava veriyor. Öyle ki çoğu sokakta sadece ağustos böceklerinin şarkılarıyla çeşmelerden akan suyun sesini duyuyorsunuz ve Fransız ressamlarının Provans’ı neden bu kadar çok sevdiğini anlıyorsunuz. Saint-Remy- De-Provence’da görebileceğiniz pek çok yer var ama en önemlisi Vincent Van Gogh’un ölmeden önce yani 1889-1890 yılları arasında kaldığı ve 150’den fazla resim yaptığı Saint-Paul de Mausole Manastırı’nın psikiyatri kliniği. Kliniğe çıkan yolda büyük ustanın ‘Yıldızlı Gece’, ‘İrisler’, ‘Zeytin Ağaçları’ gibi Saint Remy’de yaptığı ünlü resimlerin
kopyalarını görüyorsunuz ve bu hazırlığın ardından vardığınız klinikte Van Gogh’un demir parmaklıklı odasını, yatağını, hasır sandalyesini, çalışma masasını, üzerinde fırçasını temizlediği şövalesini görmek biraz hüzün veriyor insana.
Les-Baux-Deprovence
Kayaların tepesine kurulmuş, dar sokaklarıyla ve nefes kesen manzarasıyla Orta Çağ’dan kalan köy, bugün bölgeye gelen turistlerin en büyük ilgi odağı ve tabii Fransa’nın en etkileyici köylerinden biri. Senede iki milyon ziyaretçi alıyor. Köy araç trafiğine kapalı, bu yüzden otobüsle ya da arabayla ancak köyün girişine kadar gidebiliyorsunuz. Köyde iki müze, bir katedral, birbirinden otantik restoranlar, kafeler ve alışveriş dükkanları var. Dokuzuncu yüzyıldan kalan ve dönemin devasa silahlarını görebileceğiniz Chateau des Baux, gerçekten çok etkileyici. Sanki bir köşe başında zırhlı şövalyelerle karşılaşacakmış gibi hissediyorsunuz. Zeytin ağaçları, lavantalar ve biberiyelerle çevrili Les- Baux-De Provence, bölgenin en pahalı butik otellerine de ev sahipliği yapıyor. Keçi peyniri ve lavantalı muhallebi yemeden dönmeyin.
Yazı: Gülru İncu
Mor rengin her tonunu görebileceğiniz göz alabildiğine uzanan lavanta tarlaları, sanki asırlardır oradaymış gibi duran sarmaşık kaplı taş evler, Orta Çağ köyleri, yumuşacık bir güneş ışığı, yemyeşil tepeler ve nefesinizi kesen bir doğa… Güney Fransa’nın Provans bölgesindeyseniz kendinizi bir film setinde gibi hissetmeniz an meselesi. Yaklaşık üç saat süren direkt uçuştan sonra Marsilya’ya iniyorsunuz ve artık Provans’tasınız. Fransa’nın 26 bölgesinden biri olan Provence-Alpes- Cote d’Azur, ünlü Fransız Rivierası’nın da bulunduğu bölge ve merkez şehri de Marsilya. Provans kendi içinde Var ve Provans Kıyısı, Marsilya’nın da dahil olduğu Bouches-du-Rhone, Vaucluse, Alpes-de-Haute-Provence, Alpes Maritimes ve Riviera olmak üzere altı bölgeden oluşuyor. Provans’ta sadece bir hafta geçirecekseniz öncelikle her yeri görmeye çalışmaktan vazgeçin, üzgünüm ama bu mümkün değil. Önce en çok görmek istediğiniz yerleri belirleyin ve o şehirlerin dahil olduğu bölgeyi tanımaya çalışın. Jet sosyetenin gözbebeği Fransız Rivierası ya da sakin Provans kasabaları arasında bir seçim yapmalısınız. Eğer arabayla geziyorsanız komşu iki bölgeyi gezebilirsiniz belki ama benim gibi bir yeri ara sokaklarıyla, caddeleriyle, gecesiyle-gündüzüyle yaşamayı seviyorsanız 2-3 gecelik konaklamaları tercih edin. Marsilya’nın keşmekeşinden çıkıp da bölgenin içlerine doğru yola çıktığınızda bambaşka bir aleme giriyorsunuz. Evet, bir haftalık tatilden istediğiniz, çılgın kalabalıktan uzakta doğa, sakinlik, huzur ve keyif ise kesinlikle zamanın durduğu yerde, vadedilen topraklardasınız. Kendinizi tembelliğin kollarına bırakmaktan çekinmeyin!
Marsilya
Dar pencereli, ahşap panjurlu eski binalarıyla Marsilya, Fransa’nın güney kıyısı Cote d’Azur’ün en güzel limanlarından ve doğal olarak çok kalabalık. Sabahları burnunuza mis gibi ekmek ve kahve kokuları geliyor; sağınız solunuz fırın. Adım başı çıtır çıtır kruvasanlar resmen ‘Gel de tadıma bak’ diyor. Biraz vicdan azabıyla kruvasanın dilinizin üzerinde yavaş yavaş dağılmasını izliyor, kahvenizden bir yudum alıyorsunuz ve vicdan azabının yerini çokça tatmin ve mutluluğa bırakması bir dakikayı bile geçmiyor. Sonra limana yani Vieux Port’a iniyorsunuz. Deniz ürünleri satan balıkçı tezgahları, çiçekçiler ve sabun tezgahları karşılıyor sizi. Marsilya sahilinde yan yana sıralanan lokantalarda resmen tencereyle önünüze konan midyelere, Fransızların meşhur balık çorbası Bouillabaisse’e ve birayla günbatımını izlemeye doyamıyorsunuz. Limandan teknelerle gidilen ve ‘Calanque’ adı verilen yemyeşil koylara bakir oldukları için ulaşım biraz zor ama kesinlikle muhteşem. Marsilya’nın çok gelişmiş bir ulaşım ağı var ve Marsilya Saint Charles Garı’ndan Aix de Provenve, Arles, Avignon gibi yakın yerlere, Nice ve Cannes’a, hatta hızlı trenle (TGV) Paris, Brüksel, Madrid, Barselona ve Frankfurt’a bile gidebilirsiniz.
Arles
Fransa’nın ‘Küçük Roma’sı Arles, Aix-en-Provence’dan sonra Provans’ın büyüleyici dokusunu hissedebileceğiniz nefis bir destinasyon. Başta Provans’ın en görkemli Roma anıtı olan arenası Les Arenes olmak üzere Roma dönemi kalıntıları, antik tiyatrosu, dar sokaklarıyla ama her şeyden önce Van Gogh’un Arles’da kaldığı dönemde yaptığı tablolarına ilham veren Place du Forum meydanıyla ünlü. Siz de Van Gogh’un geçtiği yerlerden geçin, bu güzel şehri onun gözleriyle görmeye çalışın. Ona ilham veren ışığını, güneşini, sokaklarını keşfedin.
Yapmadan dönmeyin
• Marsilya’da da şubesi bulunan Fransa’nın ünlü kurabiyecisi La Cure Gourmande kelimenin tam anlamıyla bir Alice Harikalar Diyarı. Bot şeklindeki portakal aromalı bisküvileri ‘Navette’ ile tereyağlı ve limonlu kurabiyeler müthiş. Rengarenk şekerler, çikolatalar ve teneke kutularıyla resmen euro düşmanı.
• Marsilya’da Cours Julien’e mutlaka gidin. Hem metroyla hem de limandan 15 dakika yürüyerek ulaşabilirsiniz. Notre Dame Du Mont durağının arkasındaki semt sokak çalgıcıları, ressamları, hediyelik eşya dükkanları ve kafeleriyle bohem bir vaha.
• Peynir ve şarapsız bir Provans gezisi düşünülebilir mi, şakası bile hoş değil! Ara sokaklara sıkışmış şarküterileri, yerel şarapları keşfedin. Günbatımında sevgilinizle şarap-peynir keyfi unutulmaz.
• Marsilya demek lavanta ve sabun demek. Au Savon de Marseille, hediyelikleriyle sizi cezbedecek. Lavantalı çikolata ve lavanta balı almayı unutmayın.
• Küçücük masaların sıkıştırıldığı kafelerde kahve içip kruvasan yemeden dönmeyin yalnız! Bizdeki gibi filtre kahve ya da Americano içmek istiyorsanız, ‘Cafe Allonge’ demek zorundasınız, aksi takdirde espresso geliyor.
• Hollandalı büyük ressam Van Gogh’un dostu Paul Gaugain’le sıcak Akdeniz ikliminin vadettiği her şeyden ama özellikle güneşinden ve ışığından çok etkilendiği Arles’da, Van Gogh’un izlerini takip etmek çok heyecan verici. ‘Cafe Terrace at Night’ resmine ilham kaynağı olan Le Cafe La Nuit’yi Place Du Forum’da görebilirsiniz.
Marsilya’dan trenle 30 dakika süren Aix-En-Provence, 17 ve 18’inci yüzyıldan kalma otelleri, çeşmeleri, dar sokakları, irili ufaklı meydanları, şık avluları ve tabii ki sakin havasıyla artık Provans’ta olduğunuzu hissettiren bir şehir. La Rotonde Çeşmesi’ni arkanıza aldığınızda önünüzde uzanan ve 1650 yılında yapıldığından beri kimsenin eski binaları yıkıp yerine kutu gibi ruhsuz siteler yapmayı akıl edemediği Cours Mirabeau, boydan boya uzanan çınar ağaçları, zarif malikaneleri ve kafeleriyle çok hoş bir bulvar. Aix-En-Provence’da doğan ünlü ressam Paul Cezanne’ın atölyesi Atelier Paul Cezanne, yeşillikler içinde bir huzur mabedi gibi yükseliyor. Mobilyaları, çalışma gereçleri, resimleri, her şey olduğu gibi korunmuş. Kentin bütün kafeleri güzel, yemekler 10 numara, yerel şaraplar doyumsuz ama Cezanne’ın dostlarıyla buluştuğu Cafe Le Deux Garcons, 1792’den beri ayakta. Yeşil ve altın varaklı dekorasyonuyla zaman tünelinde bohem bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Güzel ve zarif Aix’e mutlaka zaman ayırın, pişman
olmayacaksınız.
Saint-Remyde-Provence
16’ncı yüzyılın ünlü kahini Nostradamus’un doğduğu kent Saint- Remy-De-Provence, Cote d’Azur’un lüks görünümlü kalabalığından kaçmak isteyen Fransızların gözdesi. Çeşmeleri, sakin sokakları, avluları, evleri ve her biri içinde küçük bir dünyayı barındıran hediyelik eşya dükkanlarıyla adeta zamanın durduğu bu yere Arles’dan ya da Avignon’dan otobüsle gidebilirsiniz. Taş evleri çepeçevre saran sarmaşıklar Provans’ın kalbindeki bu sakin kasabaya daha masalsı bir hava veriyor. Öyle ki çoğu sokakta sadece ağustos böceklerinin şarkılarıyla çeşmelerden akan suyun sesini duyuyorsunuz ve Fransız ressamlarının Provans’ı neden bu kadar çok sevdiğini anlıyorsunuz. Saint-Remy- De-Provence’da görebileceğiniz pek çok yer var ama en önemlisi Vincent Van Gogh’un ölmeden önce yani 1889-1890 yılları arasında kaldığı ve 150’den fazla resim yaptığı Saint-Paul de Mausole Manastırı’nın psikiyatri kliniği. Kliniğe çıkan yolda büyük ustanın ‘Yıldızlı Gece’, ‘İrisler’, ‘Zeytin Ağaçları’ gibi Saint Remy’de yaptığı ünlü resimlerin
kopyalarını görüyorsunuz ve bu hazırlığın ardından vardığınız klinikte Van Gogh’un demir parmaklıklı odasını, yatağını, hasır sandalyesini, çalışma masasını, üzerinde fırçasını temizlediği şövalesini görmek biraz hüzün veriyor insana.
Les-Baux-Deprovence
Kayaların tepesine kurulmuş, dar sokaklarıyla ve nefes kesen manzarasıyla Orta Çağ’dan kalan köy, bugün bölgeye gelen turistlerin en büyük ilgi odağı ve tabii Fransa’nın en etkileyici köylerinden biri. Senede iki milyon ziyaretçi alıyor. Köy araç trafiğine kapalı, bu yüzden otobüsle ya da arabayla ancak köyün girişine kadar gidebiliyorsunuz. Köyde iki müze, bir katedral, birbirinden otantik restoranlar, kafeler ve alışveriş dükkanları var. Dokuzuncu yüzyıldan kalan ve dönemin devasa silahlarını görebileceğiniz Chateau des Baux, gerçekten çok etkileyici. Sanki bir köşe başında zırhlı şövalyelerle karşılaşacakmış gibi hissediyorsunuz. Zeytin ağaçları, lavantalar ve biberiyelerle çevrili Les- Baux-De Provence, bölgenin en pahalı butik otellerine de ev sahipliği yapıyor. Keçi peyniri ve lavantalı muhallebi yemeden dönmeyin.
Yazı: Gülru İncu
Mor rengin her tonunu görebileceğiniz göz alabildiğine uzanan lavanta tarlaları, sanki asırlardır oradaymış gibi duran sarmaşık kaplı taş evler, Orta Çağ köyleri, yumuşacık bir güneş ışığı, yemyeşil tepeler ve nefesinizi kesen bir doğa… Güney Fransa’nın Provans bölgesindeyseniz kendinizi bir film setinde gibi hissetmeniz an meselesi. Yaklaşık üç saat süren direkt uçuştan sonra Marsilya’ya iniyorsunuz ve artık Provans’tasınız. Fransa’nın 26 bölgesinden biri olan Provence-Alpes- Cote d’Azur, ünlü Fransız Rivierası’nın da bulunduğu bölge ve merkez şehri de Marsilya. Provans kendi içinde Var ve Provans Kıyısı, Marsilya’nın da dahil olduğu Bouches-du-Rhone, Vaucluse, Alpes-de-Haute-Provence, Alpes Maritimes ve Riviera olmak üzere altı bölgeden oluşuyor. Provans’ta sadece bir hafta geçirecekseniz öncelikle her yeri görmeye çalışmaktan vazgeçin, üzgünüm ama bu mümkün değil. Önce en çok görmek istediğiniz yerleri belirleyin ve o şehirlerin dahil olduğu bölgeyi tanımaya çalışın. Jet sosyetenin gözbebeği Fransız Rivierası ya da sakin Provans kasabaları arasında bir seçim yapmalısınız. Eğer arabayla geziyorsanız komşu iki bölgeyi gezebilirsiniz belki ama benim gibi bir yeri ara sokaklarıyla, caddeleriyle, gecesiyle-gündüzüyle yaşamayı seviyorsanız 2-3 gecelik konaklamaları tercih edin. Marsilya’nın keşmekeşinden çıkıp da bölgenin içlerine doğru yola çıktığınızda bambaşka bir aleme giriyorsunuz. Evet, bir haftalık tatilden istediğiniz, çılgın kalabalıktan uzakta doğa, sakinlik, huzur ve keyif ise kesinlikle zamanın durduğu yerde, vadedilen topraklardasınız. Kendinizi tembelliğin kollarına bırakmaktan çekinmeyin!
Marsilya
Dar pencereli, ahşap panjurlu eski binalarıyla Marsilya, Fransa’nın güney kıyısı Cote d’Azur’ün en güzel limanlarından ve doğal olarak çok kalabalık. Sabahları burnunuza mis gibi ekmek ve kahve kokuları geliyor; sağınız solunuz fırın. Adım başı çıtır çıtır kruvasanlar resmen ‘Gel de tadıma bak’ diyor. Biraz vicdan azabıyla kruvasanın dilinizin üzerinde yavaş yavaş dağılmasını izliyor, kahvenizden bir yudum alıyorsunuz ve vicdan azabının yerini çokça tatmin ve mutluluğa bırakması bir dakikayı bile geçmiyor. Sonra limana yani Vieux Port’a iniyorsunuz. Deniz ürünleri satan balıkçı tezgahları, çiçekçiler ve sabun tezgahları karşılıyor sizi. Marsilya sahilinde yan yana sıralanan lokantalarda resmen tencereyle önünüze konan midyelere, Fransızların meşhur balık çorbası Bouillabaisse’e ve birayla günbatımını izlemeye doyamıyorsunuz. Limandan teknelerle gidilen ve ‘Calanque’ adı verilen yemyeşil koylara bakir oldukları için ulaşım biraz zor ama kesinlikle muhteşem. Marsilya’nın çok gelişmiş bir ulaşım ağı var ve Marsilya Saint Charles Garı’ndan Aix de Provenve, Arles, Avignon gibi yakın yerlere, Nice ve Cannes’a, hatta hızlı trenle (TGV) Paris, Brüksel, Madrid, Barselona ve Frankfurt’a bile gidebilirsiniz.
Arles
Fransa’nın ‘Küçük Roma’sı Arles, Aix-en-Provence’dan sonra Provans’ın büyüleyici dokusunu hissedebileceğiniz nefis bir destinasyon. Başta Provans’ın en görkemli Roma anıtı olan arenası Les Arenes olmak üzere Roma dönemi kalıntıları, antik tiyatrosu, dar sokaklarıyla ama her şeyden önce Van Gogh’un Arles’da kaldığı dönemde yaptığı tablolarına ilham veren Place du Forum meydanıyla ünlü. Siz de Van Gogh’un geçtiği yerlerden geçin, bu güzel şehri onun gözleriyle görmeye çalışın. Ona ilham veren ışığını, güneşini, sokaklarını keşfedin.
Yapmadan dönmeyin
• Marsilya’da da şubesi bulunan Fransa’nın ünlü kurabiyecisi La Cure Gourmande kelimenin tam anlamıyla bir Alice Harikalar Diyarı. Bot şeklindeki portakal aromalı bisküvileri ‘Navette’ ile tereyağlı ve limonlu kurabiyeler müthiş. Rengarenk şekerler, çikolatalar ve teneke kutularıyla resmen euro düşmanı.
• Marsilya’da Cours Julien’e mutlaka gidin. Hem metroyla hem de limandan 15 dakika yürüyerek ulaşabilirsiniz. Notre Dame Du Mont durağının arkasındaki semt sokak çalgıcıları, ressamları, hediyelik eşya dükkanları ve kafeleriyle bohem bir vaha.
• Peynir ve şarapsız bir Provans gezisi düşünülebilir mi, şakası bile hoş değil! Ara sokaklara sıkışmış şarküterileri, yerel şarapları keşfedin. Günbatımında sevgilinizle şarap-peynir keyfi unutulmaz.
• Marsilya demek lavanta ve sabun demek. Au Savon de Marseille, hediyelikleriyle sizi cezbedecek. Lavantalı çikolata ve lavanta balı almayı unutmayın.
• Küçücük masaların sıkıştırıldığı kafelerde kahve içip kruvasan yemeden dönmeyin yalnız! Bizdeki gibi filtre kahve ya da Americano içmek istiyorsanız, ‘Cafe Allonge’ demek zorundasınız, aksi takdirde espresso geliyor.
• Hollandalı büyük ressam Van Gogh’un dostu Paul Gaugain’le sıcak Akdeniz ikliminin vadettiği her şeyden ama özellikle güneşinden ve ışığından çok etkilendiği Arles’da, Van Gogh’un izlerini takip etmek çok heyecan verici. ‘Cafe Terrace at Night’ resmine ilham kaynağı olan Le Cafe La Nuit’yi Place Du Forum’da görebilirsiniz.