Hakan Bıçakcı’nın yeni romanından...

Hakan Bıçakcı’nın yeni romanı Doğa Tarihi mayıs başında İletişim Yayınları’ndan çıkıyor

Hakan Bıçakcı’nın yeni romanından...

İlk kitabından beri insanın karanlık yanlarına eğilmeyi seven yazarın başkarakteri bu kez bir “plaza kadını”. Kitaptan sizler için tadımlık bir bölüm seçtik.

Doğa’nın gerginliği kısa sürdü
Sabah gözlerini açtığında paketleri yırtılmış rengârenk hediyeleriyle karşılaştı Doğa. Bu görüntü buz gibi bir hüzün verdi ona. Sanki önceki günden kalmış tüm hediyeler bayatlamıştı.
Dışarıda unutulup kaskatı olmuş, küflenmişti hepsi. Kutlamalar bitmiş, hayat normal akışına dönmüştü. Uyandığı gün, hiçbir şey günü değildi. Doğum günü değildi. Sevgililer günü değildi. Dünya kadınlar günü, yılbaşı, yıldönümü değildi. Bayram değildi. Gündelik hayatı yürürlükten kaldırabilecek hiçbir umut ışığı yoktu. Yüceltilmeyi bekleyen planlanmış neşeli anlar kaybolmuş; isimsiz, şekilsiz, anlamsız, acayip bir an Doğa’nın etrafını tüm boğuculuğuyla sarmıştı. Takvim tarafından sipariş edilmiş hiçbir heyecan yoktu içinde. Boşluktaydı. Hasta gibi hissediyordu kendini. Akşamdan kalan içki şakaklarında zonkluyordu. Ayakucunda ruhsuz bir şıklıkla, hazır ol duruşunda bekleyen hardal rengi elbiseyi görünce gerildi. Bu baş ağrısıyla kalkıp işe gitmek gözüne korkunç göründü. “Dün doğum günüm olduğu için işe biraz geç gidebilirim,” diye düşündü. Başucuna uzanıp çalmak üzere olan alarmı bir saat sonraya erteledi. Gözlerini kapadı. Doğa hardal rengi elbisesiyle High Project’in şık koridorlarında yürüyordu. Yüksek topuklarının yankılı sesi havalı adımlarını tescilliyordu. Dijital departmanın önünden geçerken gözü Aysel’e takıldı. Saçlarını tepede toplamış, önündeki derginin sayfalarını çeviriyordu. Tam geçip giriyordu ki Aysel’in bir önceki gün ofiste olmadığını hatırladı. Bir anda neşelendi. Yeniden doğmuş gibi oldu. Tehditkâr bir tona dönen topuk seslerini Aysel’in dinginliğine sürdü.
“N’aber Doğa?”
“Ben sana küsüm bir kere.”
“A ah, niye?”
“Çünkü dün benim doğum günümdü ama sen yoktun.”
“Evet izinliydim dün. Ay çok kutlu olsun, dur öpeyim.”
“Öyle kuru kuru olmaz, beni bir yemeğe çıkarırsın öğlen, kutlarız.”
“Tamam bana uyar, 12.00 gibi uğrarım sana.”
“Anlaştık, odamdan alırsın beni.”
Doğa’nın içi piyangodan çıkan bu yeni kutlamayla kıpır kıpır oldu. Aysel’in yorgun bakışlarından, beraber yemeğe çıkmaya pek de gönüllü olmadığını hissetmişti, ama umurunda değildi. Mühim olan istemesi değil, gelmesiydi. İstemeyerek gelen arkadaş, isteyip gelemeyen arkadaştan makbuldü. Ofiste hemen herkes birbirine bu kuralla bağlıydı. Herhangi bir davete gelmek istememek diye bir seçenek yoktu. Geçerli olan, gelmemeyi mazur kılacak bir bahane duymaktı. High Project bir toplu bahane mezarlığıydı. Herkes kendi can sıkıntısının faturasını mesai arkadaşlarından birine ödetmeye hazırdı. Ortamdaki her ikili ilişkinin kendine has ayrı bir sağlıksızlığı vardı. Bu kadar hastalık çeşidi Hindistan Devlet Hastanesi’nde bile yoktu. Öğlen Aysel’le şnitzel yiyip elma suyu içerek küçük ve gecikmiş bir kutlama yaptılar. Aysel yemek boyunca işten şikâyet etti. O büyük işler yapamayacak kadar yeteneksiz, küçük işler yapmayı kendine yakıştıramayacak kadar hırslı olanlardandı. Mutsuz olmaktan başka seçeneği yoktu. Ofis duvarları arasındaki her hareketi fazlasıyla hesaplıydı. Yürüyüşü bile değişiyordu işin sınırlarına dahil olduğunda. Kahkahası zihninin kontrolüne giriyordu retinasını okutup turnikeden geçtiği an. Espriyi kimin, nerede, ne zaman yaptığına göre gülüşünün seviyesi değişiyordu. Üstlerinin esprileri hep daha komik oluyordu. Doğa’yla arasının bu kadar iyi olmasında da onun şirketin üst düzey yöneticilerinden olmasının payı büyüktü. Doğa da bunu hissediyordu. Aysel’le vakit geçirmeyi bu nedenle seviyordu. Bir diğer önemli neden de Aysel’in kimsenin laf ettirmediği Alev’in dedikodusunu yapabilen birkaç kişiden biri olmasıydı. Doğum günü pastası niyetine gelen iki küçük profiterol Aysel’in şikâyetlerini bastırdı. Bu sefer mum yoktu. Yine de Doğa’nın neşesi yerine gelmişti. Akşama doğru babası aradı. Bir gün gecikmeyle de olsa kızını doğum günü yemeğine çıkarmak istiyordu. Doğa kendi adına sevinirken annesi adına gerildi. Annesi, kendisini Doğa’dan iki yaş büyük bir kadın için terk eden babasıyla görüşmesini yasaklamıştı. Kesin olarak. Geçen gün telefonla konuşmalarından bile fena halde rahatsız olmuştu. Sırf doğum günü kutlaması olduğu için göz yummuştu. Doğa’nın gerginliği kısa sürdü. Babasının teklifini kabul etti. Annesine de çıkışta önemli bir iş yemeğine gitmesi gerektiğini, geç geleceğini söyledi.