Prensine değil pop star'ına kavuşan bir Külkedisi hikayesi!
İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin pop art operası 'Külkedisi' büyük beğeni topluyor
İstanbul Devlet Opera ve Balesi, İtalyan besteci Gioachino Rossini’nin ilk olarak 1871’de Roma’da izleyiciyle buluşan Külkedisi (La Cenerentalo) operasını, Türkiye ’de ilk kez Kadıköy Süreyya Operası’nda sahneliyor. Rejisör Yekta Kara, 197 yıl sonra bugüne kadar Türkiye’de sahnelenmeyen ‘Külkedisi’ operasını farklı ve çağdaş bir yorumla sahneye taşıyor; Rossini’nin ‘inanılmaz’ hayalperestliğini, fantezilerini modern dünyamıza pop art aracılığıyla aktarıyor. 25 Ocak 2014’te gerçekleştirilen prömiyerde izleyiciler, zaman zaman kahkahalar atarak neşeyle, keyifle izlediği renkli, eğlenceli Külkedisi’ni ayakta alkışladı...
Rossini’nin ‘neşeli bir drama’ olarak nitelendirdiği Külkedisi operası, Yekta Kara’ya göre ‘harika bir komedi ile romantik bir aşk hikâyesinin benzersiz karışımı’. İlk kez 9. yüzyılda Çin’de anlatılan, 7’den 70’e herkesin iyi bildiği, sayısız uyarlaması olan ünlü bir masal. Fransız yazar Charles Perrault’nun kendi yorumuyla yazdığı masalın metninden yola çıkarak İtalyan Jacopo Ferretti opera librettosunu yazmış. Rossini de üç haftada bu librettoyu bestelemiş. Rossini’nin etkileyici, devinimli müziğiyle ‘Külkedisi’nin, Yekta Kara’nın sınır tanımayan düşgücüyle rejisörlüğünü ve koreografisini üstlendiği, yenilikçi ve ilgi çekici yorumunda ise prenses, prensine değil, pop starına kavuşuyor. Çünkü pop yıldızları, zamanın prensleri. Perde açıldığında pop art akımını yansıtan dekorun, Roy Lichtenstein tablolarının içinde iyilik perisi Andy Warhol’a, uşak Dandini ve Don Ramiro, Elvis Presley’e dönüşüyor, üvey kız kardeş Clorinda hulahup çeviriyor! Sahnede elektrogitarlar çalınıyor; koro güneş gözlükleriyle rock’n roll devinimleriyle dans ediyor. Külkedisi, baloya giderken Tiffany’de Kahvaltı filmindeki Audrey Hepburn’un unutulmaz giysisine bürünüyor. Masalların gerçek dışı bir dünya sunduklarını ama özünde ‘iyilik’ olduğunu anımsatıyor Yekta Kara: “Yaşantımıza anlam veren, güzellik katan, ruhumuzu arındıran iki temel unsur: Aşk ve sanat. İçinde bulunduğumuz toplumsal kargaşa ve bireysel çatışma ortamında göz ardı ettiğimiz, neredeyse unuttuğumuz kavramlar. Halbuki, hayata tutunabilmek için yeni enerji üretebileceğimiz sağlam dayanak noktalarına ihtiyacımız var... Sırtımızı aşka ve sanata dayamayı, bağışlayıcı olmayı denesek ya! Bağışlayabilmek, düşmanını sevebilmek. Ne büyük bir erdem. Oyunun sonunda Külkedisi’nin yaptığı gibi keşke hepimiz her zaman başarabilsek! İyilikle dünyayı değiştirebileceğimize inanmamız lazım. Külkedisi’nin özünde bu var: İyi olan kazanır.” diyerek oyunu tanımlıyor.