Ruhu yaralanmış herkese...
Gazeteci-yazar Şenay Ordu, Avrupa’yı kasıp kavuran ‘bullying’ üzerine bir roman yazdı. Aslında Türkçe’de tam karşılığı olmasa da, ‘akran zorbalığı, hor görülme, duygusal şiddet’ diye açıklayabileceğimiz bu kelime, ciddi bir probleme işaret ediyor. Ordu, Dilnişin adını verdiği kitabında duruma detaylıca değiniyor...
Tedavi yöntemleri hakkında var mı önerileriniz?
Psikiyatrist değilim, araştırmacı bir yazar olarak tavsiyeler verebilirim ancak. Bu durumla başa çıkmak zor. Türk insanı olarak çok daha vahim durumdayız. Bizler farklı olanı işaret etmeyi severiz. Çocuklarımıza ‘Bak cüce!’ ‘Bak zenci’ diye gösteren biziz! Çocuklar da anne-babalarını örnek alarak büyüyorlar. Homojenleştirilmek istenen bir ülke düzeninde, çocuk da etkileniyor. Farklı olanı acıtmak için fırsat kolluyor. Duygusal şiddet ile baş etmek için onu normalleştirmek gerekiyor.
Sizin de başınızdan böyle bir olay geçti mi?
Hayatta her şeyi içselleştiren, duyarlı bir yapım var. Bu da sadece kendi hayatımı değil, diğer hayatları da çok derinden hissetmemi sağlıyor. Benim adıma zor, insan olmak adına güzel bir deneyim. Hep çalışkan bir çocuk oldum. İlkokul öğretmenimiz yazılı sonuçlarına göre bizleri, ‘çalışkanlar’, ‘tembeller’ ve ‘ortalar’ diye ayırıp, sıra düzenini öyle yapmıştı. Ben çalışkanlar sırasındaydım ama arkadaşlarımdan biri tembeller sırasına düşmüştü. Teneffüste yaşadıklarım dün gibi. Çocukluk işte, bir yandan bahçede onunla oynamak istiyorum, bir yandan yanıma geldiğinde diğerleri beni ‘tembeller sınıfı’ndan biriyle görecek diye kaçıyorum. Buna travma demek mümkün değil ama ağır bir dışlanma hali. Tıpkı çok başarılı bir teknik direktör olan Rıza Çalımbay’ın yıllar sonra tribünlerde ‘kapıcı çocuğu’ olarak etiketlenmesi gibi. İnsan insanın canını acıtmayı seviyor.
Şenay Ordu kimdir?
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi mezunu olan Şenay Ordu, yüksek lisansını İngiltere’de Brunel Üniversitesi’nde pazarlama alanında tamamladı. Türkiye’de aralarında Son Havadis, Hürriyet, CNN Türk ve atv’nin de olduğu medya kuruluşlarında muhabir ve editör olarak çalıştı. Son sekiz senedir Londra’da yaşıyor. Kendi şirketinde kurumsal ve bireysel alanda marka yönetimi ve iletişim danışmanlığı hizmeti veriyor, köşe yazılarına devam ediyor.
Kitabı yazarken nereden yola çıktınız?
Bir roman herhangi bir amaçla, toplumsal mesaj verme kaygısıyla yazılmamalı. Okuyucuyu içinde bulunduğu gerçek dünyadan, gerçekliğine inandırdığı bir sanal dünyaya taşımayı hedeflemeli yazar. Bunun için de belkemiğinde kuvvetli, etkileyici bir hikaye barındırmalı. Her yazar bu hikayeye ulaşana kadar bekler. Ben de bekledim. Son sekiz yıldır Londra’da yaşıyorum. Dışa dönük bir yapım var ve sosyal yapım gereği çok insanla tanışır, çok okur, çok dinler ve çok da gezerim. ‘Bullying’ son yıllarda Avrupa’da en büyük toplumsal yara ve tehditlerden biri olarak kabul görüyor. Çocuk ve gençlerin intiharlarının arkasında hep bir duygusal şiddet, hor görülme hikayesi olduğunu görüyorsunuz. Her ölüm her çocuk bir hikaye. Tüm bu gözlemlerin ve duyumların birikimi, bana kendi hikayemi yaratmadaki en büyük yardımcıydı şüphesiz. Ve bir baktım, 11 yaşında adı Dilnişin olan bir kız çocuğu girmiş hayatıma…
Romanınızda Dilnişin’i ve mutsuz ailesini anlatıyorsunuz…
Tolstoy, ‘Anna Karenina’ romanına, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” diye başlar. Dilnişin ve ailesinin de kendilerine has bir mutsuzlukları var. Romanımdaki hemen her kahraman, ‘bullying’in farklı türlerini yaşıyor. Bullying’i; duygusal şiddet, örselenme, dayılanmak gibi kelimelerle tanımlamak mümkün. Ne yazık ki Türkçe’de kelime olarak tam bir karşılığı yok. Bu çok normal çünkü ülkemizde bu durum bir sorun olarak kabul görmüyor. Oysa ‘çocuktur yapar’ denilen, ‘çocuktur anlamaz’ denilen her hareket ve davranış, çocukların ruhlarında iyileşmez yaralara neden oluyor. Ruhu yara almış çocuklar demek, geleceğin hasarlı yetişkinleri demek. Romanımın belkemiği duygusal şiddete uğrayan bir kız çocuğunu ve onun çevresindeki ruhu hasarlı yetişkinlerin hikayesini anlatıyor. Bu hasarlar kimini bencil bir aşığa, kimini tehlikeli bir şizofrene, kimini ise kurban olmaya taşıyor! Dilnişin, sizi kaçmak istediğiniz çocukluğunuza geri götüren, bu sayede okuyucuyla yazar arasında düete izin veren bir roman. Her okuyucu kendi bagajını getiriyor romana. Bu sayede herkeste farklı bir iz bırakacağını düşünüyorum.
Kitabın ve karakterin ismi neden Dilnişin?
Farsça kökenli bir isim Dilnişin. Hoş, güzel, gönülde yer tutan demek. Oysa Dilnişin gerçek hayatta güzel bile olsa bu ona hiç söylenmemiş, sevilse bile bunu hiç hissetmemiş bir çocuk. Tıpkı annesi ve ailedeki diğer kadınlar gibi. Romanın ana karakterlerinden Elsa, “Hayatta en çok hiç sevilmemiş kadınlara acıyorum” diyor. Dilnişin ve ailesinin kadınları hakikaten acınacak cinsten...
Bu ayrıma, hor görülmeye maruz kalmış insanların gelecekte karşılaştığı en büyük problemler neler?
İnsanların birbiriyle iletişim halinde olduğu her yerde, her yaşta duygusal şiddet ve hor görülme ile karşılaşmamız söz konusu. Farklıysanız hedefsiniz. Anaokulu yaşına kadar iniyor ama üst yaş sınırı yok. Bu hor görülmeye bir kere maruz kaldıysanız ve üstesinden gelemediyseniz, o zaman hayat boyu kurban olarak kalıyor ve farklı yerlerde, farklı kimselerden duygusal şiddet görmeye devam ediyorsunuz. Zaten hassas bir insansanız, deriniz inceyse bir de ve farklıysanız yandınız! Çocuklar çok daha hassas oluyorlar doğal olarak. Kimi içe kapanıyor, kimi yaşadıklarını içinde biriktiriyor, bu da onda hastalık yaratıyor. Durumun dozu arttıkça getirdiği tehlikeler de büyüyor. Çocuk ve genç intiharlarının ardındaki ikinci büyük etken bu. Kendine zarar vermeyen çocuk ve genç ise suça sürükleniyor ve bir başkasına zarar verebiliyor.
Psikiyatrist değilim, araştırmacı bir yazar olarak tavsiyeler verebilirim ancak. Bu durumla başa çıkmak zor. Türk insanı olarak çok daha vahim durumdayız. Bizler farklı olanı işaret etmeyi severiz. Çocuklarımıza ‘Bak cüce!’ ‘Bak zenci’ diye gösteren biziz! Çocuklar da anne-babalarını örnek alarak büyüyorlar. Homojenleştirilmek istenen bir ülke düzeninde, çocuk da etkileniyor. Farklı olanı acıtmak için fırsat kolluyor. Duygusal şiddet ile baş etmek için onu normalleştirmek gerekiyor.
Sizin de başınızdan böyle bir olay geçti mi?
Hayatta her şeyi içselleştiren, duyarlı bir yapım var. Bu da sadece kendi hayatımı değil, diğer hayatları da çok derinden hissetmemi sağlıyor. Benim adıma zor, insan olmak adına güzel bir deneyim. Hep çalışkan bir çocuk oldum. İlkokul öğretmenimiz yazılı sonuçlarına göre bizleri, ‘çalışkanlar’, ‘tembeller’ ve ‘ortalar’ diye ayırıp, sıra düzenini öyle yapmıştı. Ben çalışkanlar sırasındaydım ama arkadaşlarımdan biri tembeller sırasına düşmüştü. Teneffüste yaşadıklarım dün gibi. Çocukluk işte, bir yandan bahçede onunla oynamak istiyorum, bir yandan yanıma geldiğinde diğerleri beni ‘tembeller sınıfı’ndan biriyle görecek diye kaçıyorum. Buna travma demek mümkün değil ama ağır bir dışlanma hali. Tıpkı çok başarılı bir teknik direktör olan Rıza Çalımbay’ın yıllar sonra tribünlerde ‘kapıcı çocuğu’ olarak etiketlenmesi gibi. İnsan insanın canını acıtmayı seviyor.
Şenay Ordu kimdir?
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi mezunu olan Şenay Ordu, yüksek lisansını İngiltere’de Brunel Üniversitesi’nde pazarlama alanında tamamladı. Türkiye’de aralarında Son Havadis, Hürriyet, CNN Türk ve atv’nin de olduğu medya kuruluşlarında muhabir ve editör olarak çalıştı. Son sekiz senedir Londra’da yaşıyor. Kendi şirketinde kurumsal ve bireysel alanda marka yönetimi ve iletişim danışmanlığı hizmeti veriyor, köşe yazılarına devam ediyor.
Kitabı yazarken nereden yola çıktınız?
Bir roman herhangi bir amaçla, toplumsal mesaj verme kaygısıyla yazılmamalı. Okuyucuyu içinde bulunduğu gerçek dünyadan, gerçekliğine inandırdığı bir sanal dünyaya taşımayı hedeflemeli yazar. Bunun için de belkemiğinde kuvvetli, etkileyici bir hikaye barındırmalı. Her yazar bu hikayeye ulaşana kadar bekler. Ben de bekledim. Son sekiz yıldır Londra’da yaşıyorum. Dışa dönük bir yapım var ve sosyal yapım gereği çok insanla tanışır, çok okur, çok dinler ve çok da gezerim. ‘Bullying’ son yıllarda Avrupa’da en büyük toplumsal yara ve tehditlerden biri olarak kabul görüyor. Çocuk ve gençlerin intiharlarının arkasında hep bir duygusal şiddet, hor görülme hikayesi olduğunu görüyorsunuz. Her ölüm her çocuk bir hikaye. Tüm bu gözlemlerin ve duyumların birikimi, bana kendi hikayemi yaratmadaki en büyük yardımcıydı şüphesiz. Ve bir baktım, 11 yaşında adı Dilnişin olan bir kız çocuğu girmiş hayatıma…
Romanınızda Dilnişin’i ve mutsuz ailesini anlatıyorsunuz…
Tolstoy, ‘Anna Karenina’ romanına, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” diye başlar. Dilnişin ve ailesinin de kendilerine has bir mutsuzlukları var. Romanımdaki hemen her kahraman, ‘bullying’in farklı türlerini yaşıyor. Bullying’i; duygusal şiddet, örselenme, dayılanmak gibi kelimelerle tanımlamak mümkün. Ne yazık ki Türkçe’de kelime olarak tam bir karşılığı yok. Bu çok normal çünkü ülkemizde bu durum bir sorun olarak kabul görmüyor. Oysa ‘çocuktur yapar’ denilen, ‘çocuktur anlamaz’ denilen her hareket ve davranış, çocukların ruhlarında iyileşmez yaralara neden oluyor. Ruhu yara almış çocuklar demek, geleceğin hasarlı yetişkinleri demek. Romanımın belkemiği duygusal şiddete uğrayan bir kız çocuğunu ve onun çevresindeki ruhu hasarlı yetişkinlerin hikayesini anlatıyor. Bu hasarlar kimini bencil bir aşığa, kimini tehlikeli bir şizofrene, kimini ise kurban olmaya taşıyor! Dilnişin, sizi kaçmak istediğiniz çocukluğunuza geri götüren, bu sayede okuyucuyla yazar arasında düete izin veren bir roman. Her okuyucu kendi bagajını getiriyor romana. Bu sayede herkeste farklı bir iz bırakacağını düşünüyorum.
Kitabın ve karakterin ismi neden Dilnişin?
Farsça kökenli bir isim Dilnişin. Hoş, güzel, gönülde yer tutan demek. Oysa Dilnişin gerçek hayatta güzel bile olsa bu ona hiç söylenmemiş, sevilse bile bunu hiç hissetmemiş bir çocuk. Tıpkı annesi ve ailedeki diğer kadınlar gibi. Romanın ana karakterlerinden Elsa, “Hayatta en çok hiç sevilmemiş kadınlara acıyorum” diyor. Dilnişin ve ailesinin kadınları hakikaten acınacak cinsten...
Bu ayrıma, hor görülmeye maruz kalmış insanların gelecekte karşılaştığı en büyük problemler neler?
İnsanların birbiriyle iletişim halinde olduğu her yerde, her yaşta duygusal şiddet ve hor görülme ile karşılaşmamız söz konusu. Farklıysanız hedefsiniz. Anaokulu yaşına kadar iniyor ama üst yaş sınırı yok. Bu hor görülmeye bir kere maruz kaldıysanız ve üstesinden gelemediyseniz, o zaman hayat boyu kurban olarak kalıyor ve farklı yerlerde, farklı kimselerden duygusal şiddet görmeye devam ediyorsunuz. Zaten hassas bir insansanız, deriniz inceyse bir de ve farklıysanız yandınız! Çocuklar çok daha hassas oluyorlar doğal olarak. Kimi içe kapanıyor, kimi yaşadıklarını içinde biriktiriyor, bu da onda hastalık yaratıyor. Durumun dozu arttıkça getirdiği tehlikeler de büyüyor. Çocuk ve genç intiharlarının ardındaki ikinci büyük etken bu. Kendine zarar vermeyen çocuk ve genç ise suça sürükleniyor ve bir başkasına zarar verebiliyor.