Yazarların “kirli” aşk mektupları

Kimi tamamıyla edebe aykırı, kimi ise daha üstü kapalı ve imalı bir müstehcenlik içeriyor, ama hepsi de iç gıdıklayıcı, romantik ve kuşkusuz olağanüstü iyi yazılmışlar. İşte tarihten süzülüp gelen birkaç edebi aşk mektubu.

Yazarların “kirli” aşk mektupları

Yazarlar aşk mektupları kaleme aldıklarında ortaya çıkan metinler zaman zaman müstehcenlik sınırını aşabiliyor. Sonuçta büyük yazarlar ortalama bir askıntıdan biraz daha cüretkâr olabiliyor, fütursuzluğun bayrağını en iyi dalgalandırabilecekleri yer ise tarihe geçeceğini akıllarına dahi getirmedikleri özel yazışmaları.

İşte tarihten süzülüp gelen birkaç edebi aşk mektubu. Kimi tamamıyla edebe aykırı, kimi ise daha üstü kapalı ve imalı bir müstehcenlik içeriyor, ama hepsi de iç gıdıklayıcı, romantik ve kuşkusuz olağanüstü iyi yazılmışlar. Aşk mektubu yazacaksanız illa bunlardan ipuçları çıkarmanız gerekmez tabii ama sevgiliniz eğer bir Flaubert hayranıysa pekala işinize yarayabilir. Laf aramızda, çok istememize karşın, “teknik” bazı aksaklıklar nedeniyle  yayınlayamadığımız James Joyce’un mektubunun orijinalini haberin sonundaki linke tıklayarak okuyabilirsiniz!

Gustave Flaubert’den Louise Colet’ye, 1846
“Aşkla sarmalayacağım seni bir dahaki görüşümde, okşamalar ve esrimeyle. Bütün tensel hazlara doyurayım istiyorum seni, eriyip tüketene kadar. İstiyorum ki aklını başından alayım, böyle bir tükenişi düşlerinde bile yaşamadığını itiraf et kendine… Yaşlandığında bile anımsa bu birkaç saati ve iliklerine kadar hazla titre.”

Oscar Wilde’dan Lord Alfred Douglas’a, 1893

Modern standartlara göre edepli kalan (şiirsel açısından enfes olmasına karşın) bu mektup Wilde’a karşı müstehcenlik suçlamasıyla dava açmak üzere kullanılan metinlerden biridir.
Delikanlım benim, yazdığın sone pek hoş ve nasıl bir mucizedir ki bu, o gül kırmızısı dudakların müzik ve ezginin sonsuz ihtimallerine en az öpüşmenin delişmenliğine olduğu kadar açık belli ki. İnce ve yaldızlı ruhun tutku ve şiir arasında geziniyor. Hyacinthus, Apollo’nun delicesine sevdiği o adam, kadim Yunan’daki sendin o, biliyorum. Londra’da neden yalnızsın ve Salisbury’ye ne zaman gideceksin? Git oraya ve Gotik’in gri alacakaranlığında serinlet ellerini, paşa gönlün her istediğinde de buraya gel. Hoş bir yer burası, tek eksiği ise sensin; ama ille de Salisbury. Daima, ebedi aşkımla, Hasretle, Oscar.”

Virginia Woolf’tan Vita Sackville-West’e 1927

Bu mektup, pek müstehcen sayılmasa da -birkaç çift anlamlı sözcük bir yana, bir üst aşamaya geçip Woolf’un zihnindeki “gündüz vakti uyanmayan milyonlarca, sayısız” şeyi tahayyül etmeye girişmemeniz kaydıyla- bizim favorilerimizden biri. “Beri Bak Vita -kurtul şu erkeğinden de Hampton Court’a kaçalım, akşam yemeğini nehir üzerinde birlikte yer, ayışığında bahçelerde geziniriz ve geç saatte döneriz eve, bir şişe şarap açıp güzelleşiriz, sonra da sana kafamda dönüp dolaşan milyonlarca, sayısız şeyden söz ederim- Gündüz vakti uyanmıyor bunlar; sadece karanlıkta, nehrin üzerindeyken. Bunu bir düşün. Kurtul şu adamdan diyorum sana, kurtul da gel işte.”

Benjamin Franklin’den Madame Brillon’a, 1779

Benjamin Franklin de az değilmiş meğer. Mektup aslen ima ediyor ki, Franklin’in her yönüyle beğendiği hanım arkadaşında beğenmediği tek şey kendisini aldatmamasını istemesi -eh, bir de kadının kendisiyle yatmayışından hazzetmiyor. Bu bize epey müstehcen geldi, ama tabii ki cinsel anlamda değil. Madam Brillon bu ne mesafedir kuzum, sizin ve benim aramdaki! Ben sizde tek bir noksan bulurken (o da belki gözlüklerimden kaynaklanan bir hatadır), siz bana sayısız kusur yüklüyorsunuz. Sizi muhabbetim üzerinde tekel kurmaya v ardıran, beni ise ülkenizin cinsilatiflerinden mahrum eden şu bir tür hasislikten söz ediyorum. Muhabbetimin (ya da şefkatimin) azalmadan bölünebileceğini mi sanıyorsunuz? Kendinizi aldattığınız gibi, şu cilveli tavrınızla elimi kolumu bağladığınızı da unutuyorsunuz. Yakınlığımızın evrilebileceği her türlü tensel ilişkiyi ihtimal harici bırakıp görmezden geliyor, beni ancak kuzenlerinize bahşedebileceğiniz türden arkadaşça ve kuru birkaç öpücüğe mahkum ediyorsunuz. Size ait olana el sürmemişken, bana başkalarına aynını vermekten alıkoyacak bu kadar özel ne alıyor olabilirim ki sizden? Piyanodan maharetli parmaklarınız vasıtasıyla yükselen şu ahenkli tınılar bana böylesine lütufkârca yönelttiğiniz onca hazza hiçbir halel getirmeksizin aynı anda yirmi insanın kulağında hoş duygular yaratabilir; bense, haddim olmayarak, bu güzelim tınıların benden başka kimseye yar olmamasını talep edebilirim sizin şefkatinizden. Hasretle, Benjamin.”

Ernest Hemingway’den Mary Welsh’e (daha sonra dördüncü karısı olacak), 16 Nisan 1945
Papa’nın divane bir romantik olabileceğini kim aklına getirebilirdi? Burada tam anlamıyla mecnuna dönmüş görünüyor -sevgilisine pek sevimli pet ismi “Afacan” sözcüğüyle hitap edecek kadar- ki bu da bize göre kirliliğin masum bir hâli. Bir tanem Afacan, şimdi Paxthe, Don Andres ve Gregorio’yu alıp tekneyle çıkıyorum, bütün gün de dışarıda kalacağım, sonra mektuplar ya da en az bir mektup bulacağımdan emin, geri döneceğim. Belki de öyle olacak. Eğer bulamazsam bil ki bir o.ç.’ye dönüşeceğim. Ama sen bu durumla nasıl baş edilebileceğini biliyorsundur zaten değil mi? Ertesi sabaha kadar umudunu korursun. Sanırım en iyisi yarın geceye kadar bir şey çıkmayacağını düşünmek, o zaman bu geceyi bari kurtarmış olurum. Bana yaz lütfen Afacan. İlla yapman gereken bir iş olsaydı kuşkusuz yapardın bunu. Sensizlik çok kötü koyuyor bana ve mütemadiyen yaşadığım bir şey bu, fakat seni öylesine özlüyorum ki hasretimden ölebilirim. Eğer başıma bir iş gelecek olsaydı sonum eşinin başına bir iş geldiği için hayvanat bahçesinde ölen bir hayvanınkine benzerdi.
Sevgiler, benim bir tanecik Maryciğim, bil ki sabırsız biri değilim. Sadece çaresizim. Ernest.”

Huffington Post’tan çeviren: Tanju Günseren