Yol gösteren masallar
İçinizdeki oyunbaz çocukla bağlantı kurarak bir oyun oynamaya var mısınız? Hem de hayatınızı değiştirebilecek bir oyun... O zaman buyurun masal terapiye...
Masalları nasıl unuttuk?
Tabii ki kitap, radyo, televizyon ve en son internet ile… İletişim teknolojisi geliştikçe masallara darbe vuruluyor. Yazar Ahmet Ümit ile radyo programında merkezi ısıtmanın rolü olabileceğini de konuştuk. Eskiden tek sobanın başında oturulur, yemek yenirdi, uyunurdu. Masallar da otomatik olarak anlatılırdı. Ben öyle bir yerde büyüdüm. Komünde akşam ateş yakılır ve başında el işi yapılırdı. Doğal olarak el çalışırken ve ortada ateş varken hikayeler geliyordu. Belki ellerimizi kullanmamaktan, belki bir araya gelmemekten masallar unutuldu.
Bir masal bir insanda nasıl farkındalık yaratabilir?
Masallar aynadır. İçimizde birçok farklı ses var ama bir de can sesimiz, gönül sesimiz var. O sesi dinleyince doğru yolu buluruz, cesaret kazanırız, duygularımızın farkında oluruz. Ama maalesef konuşan tek ses o değil. Korkularımız, annemiz, babamız, toplum, şirket, kıtlık korkusu; hepsi konuşur. Bütün seslerin arasında bazen şaşırıyor, esas sesi duymakta zorlanıyoruz. Vampir sesler çözümü bulmamızı engelliyor. Ama vampirler aynada görünmez değil mi? Masallar, doğa, meditasyon, yaratıcı yazarlık, hepsi birer aynadır ve gerçek sesimizi duymamıza yardım ederler. Kitapta da masalı okuduktan sonra benim yorumumu okumadan önce “Bu masal bana ne anlatıyor?” demelerini istiyorum. Çünkü en doğru cevap o ilk cevap! En kontrolsüz ilk ses...
‘Masal Terapi’ ile ilgili geri dönüşler alıyor musunuz?
Okurlardan e-postalar alıyorum. “Seninki bugün ne yaptı biliyor musun?” diye anlatıyorlar. Bir gün bir kadın geldi yanıma. Yanında yedi yaşındaki çocuğu vardı. “Kitabınız bir ay önce beni zor bir durumdan kurtardı. Kocamla ayrılmaya karar vermiştik . O gün eşyalarını toplayacaktı. Odaya gitti ama toplanmadan elinde kitapla geri döndü. Kararımız için bir masal seçip okumayı teklif etti. Kabul ettim. Çıkan masalı yüksek sesle okudu. Sonra sizin yorumunuza bakmadan kendi yorumumuzu yaptık ve saatlerce konuştuk. Zaten ikimiz de masalı görür görmez yanlış karar verdiğimizi anlamıştık. Uzun ve içten bir sohbetten sonra ayrılmamaya karar verdik. Bir aydır çok iyiyiz ve hiç bu kadar iyi olmamıştık” dedi. Bunları duyunca çok sevindim, gözlerim doldu. Bu kitap biraz muzip bir çocuk gibi insanların hayatlarına giriyor.
“Bana masal anlatma” deriz anlatılanlara inanmadığımız zaman…
Masalcı zaten bunun ‘yalan’ olduğunu gururla söyler; “Sana bir yalan söyleyeceğim ama gerçekleri anlatan bir yalan.” Aslında cevaplarımızı yalanlar içinde bulabiliriz, tıpkı gerçekler içinde kaybolduğumuz gibi.
Kitapta hangi masallar var?
Dünyadan bilgelik masalları ve fıkralar var. Benim işim yeni hikayeler yazmak değil, var olan hikayeleri günümüze uyarlamak. Bunların çok fazla versiyonu var, onlardan yeni bir versiyon çıkartıyorum. Bugünkü insanın ve benim değerlerime uygun şekilde aktarmaya çalışıyorum.
Bu oyunda tesadüf yok mu?
Ben rasyonel bir insanım. Psikolojiye inanan tarafım güçlü. “Beynimiz çok güçlüdür ve bağlantılar kurarak mesajını her şeyden çıkartır, ağaçtan da taştan da…” derim. Alt bilinci bu ayna sayesinde keşfetmiş oluruz. Farkındalık geliştiren ‘psikolojik bir oyun’dur bu. Ama kitabı yazdığımdan beri birçok insana masal çektik ve o kadar çok kere “yok artık” dedim ki… “Tatile nereye gitsem?” diyene bile, “Yolun kavşağında duruyordu yolcu” diye başlayan bir masal çıkıyor. Bu nedenle rasyonel taraf ne kadar güçlü olursa olsun mucizeye inanmak gerektiğini düşünüyorum. Bir tılsım var. Bunun açıklamasına ihtiyaç duymuyorum.
Bir masal seçip sonra “Ne alakası var?” diyenler de vardır mutlaka…
Her şeyin doğru bir zamanı var. Sanat terapisinde insanlara tavsiye vermeyiz. Ne yapmaları gerektiğini söylemeyiz. İnsan kendi kendini terapi eder. Masalın mesajını da kişi kendi zamanında çıkartırsa iyi sonuç olur. Ama bir kez masal açmaya başladıysa zaten bir merak vardır içinde. Gerisi doğru zamanda gelecektir. Ben de bir keresinde bir soru için açtığım yanıtı beğenmedim. İki kere daha açtım, yine aynı masal. Sonra kendi verdiğim alıştırmayı oturup yaptım ve nihayet mesajı anladım. Şöyle söyleyebilirim; hayatta direnen ve direnmeyen insan yok. Sadece bazı zamanlarda bazı konulara direnen insan var. Ama bir yerden kabul etmesen başka yerden gelir, üstelik hep daha yüksek sesle geri gelir. Bir gün elbet duyarsın. Evren bu konuda çok cömert!
Kitaptaki masalların seçimi nasıl oldu?
Tesadüflere yol açmak için kontrolü bırakmak gerekiyor. Nasıl bıraktım? Masalları listeledim, gelmek isteyen geldi. Belli ediyorlar kendilerini. Mesela bir gün açıyorum listeyi, bazı masalları yazmayı canım hiç istemiyor, diğerlerini yazıyordum. Bazı günler listedekilerin hiçbirini istemiyor, yeni masallar arıyordum. Bunun bir sihir olduğunu düşünüyorum ve o nedenle hiç değiştirmedim son halini. Kitap zaten kendi kendini oluşturdu. Ben projeyi geliştirdim. Editör bulmam gerekiyordu. Bana iki yıl önce ‘aklında bulunsun’ diye önerilen editörün
numarasını o arkadaşımdan tekrar istemem iki ay sürdü. Arkadaşımın yanıtı şuydu: “O da bu sabah aradı ve seni sordu!” Sonra çalışmaya başladık ve kitap çok hızlı bir şekilde kendi kendini yazdırdı.
Yazı: Yaprak Çetinkaya/Pozitif
Bir varmış bir yokmuş. Paris’te doğmuş, bir komünde büyümüş, önce Fransa’da sonra ABD’de eğitim görmüş, güzel güzel okullar bitirmiş bir kızın yolu günlerden bir gün Türkiye’ye düşmüş. Bir zamanlar “bir daha asla gelmem” dediği bu ülkeden ayrılamamış. 13 yıl yaşadığı ülkede önce yabancı dil dersleri vermiş, bu arada su gibi Türkçe öğrenmiş. Bu yıllar
boyunca yapmayı en çok sevdiği şey masal anlatmakmış. Kimilerinin ‘ilgi çekmez’ diye küçümsediği masallarını dinlemeye her seferinde daha çok insan gelmeye başlamış.
Masallar sonunda kitap olmuş. Adı da ‘Masal Terapi’ konulmuş. Bu bir oyun davetiymiş. Okuyucular içlerinden bir soru soruyor ve rastgele bir sayfa açıyormuş. Masalın mesajı okuyucunun içindeki gerçek sesmiş meğerse… İşte böyle Judith Malika Liberman’ın masalı… Devamını merak ediyor musunuz?
Kendi masalınızda neler var?
Değişiyor aslında hikayem. Köklerim, komünde büyüdüğüm, masallara oradan aşina olduğum hep yazıldı zaten. Artık bu hikayeyi anlatmaktan ben de sıkıldım. Kimim ben? Hikaye anlatmayı seviyorum. Hayatta kendi hikayemizi yazabileceğimizi de düşünüyorum. Genelde plan yapıp ona göre ilerlemek gerektiği söylenir. Ben bunun hata olduğunu çünkü hayatta başımıza gelen en güzel şeylerin bizim hayal edebileceğimizden daha büyük olduğunu düşünüyorum. Planlar bazen işe yarıyor evet ama sadece ve sadece bir plana sadık kalmak önümüzde açılan kapıları görmemizi engelleyebiliyor.
Sizin hikayeniz de böyle mi yazılıyor?
Başlangıçta elimde bir plan olsa yaşadığım en heyecanlı maceraları yaşayamazdım. 12 yaşında Almanya’da gönüllü olarak çalışmaya tek başıma gitmezdim, 16 yaşında ailemin
başta karşı çıkmasına rağmen ABD’de bir yıl bir ailenin yanında kalıp liseye devam etmezdim. Fransa’ya dönüşte liseden mezun olamayacağımdan korkuyordu annem. Orta karar bir öğrenciydim. Hiç korktuğu gibi olmadı, ABD’den döndüğümde fazladan ders çalışmadığım halde lise birincisi oldum. Fark şuydu; o bir yılda olgunlaşmıştım. Artık ailemin değil, kendi hedeflerimin peşindeydim. Bu sonucu kimse beklemiyordu. Hatta üniversitede okurken eğitim psikolojisi dersinde kendimi analiz ettim, çok yüksek not aldım ve bu sayede master
birincisi oldum.
Masallara nasıl geldiniz?
Masal anlatmayı çok seviyordum. Ama bununla ilgili bir konservatuvar programı olduğunu 19 yaşındayken, Paris’te bir kafeteryada bulduğum broşürden öğrendim. “Masalcı olmak
ister misiniz?” yazıyordu üzerinde. Param yok diye başvurmayacaktım. Ancak arayınca uygun fiyat olduğunu öğrendim ve Paris Konseratuvarı’na kayıt oldum. Hayatımı değiştiren adım buydu. Planlı değildi. Uzun soluklu bir eğitimdi, Fransa’daki en ünlü masalcılar ile birlikte çalıştık. Üniversitede ise çift uzmanlık yapıyordum. Hem İngiliz Dili ve Edebiyatı hem de Dil Bilimi okuyordum. İngiliz Dili bölümü için burs başvurusu yapınca diğer bölümüme gitmemi söylediler. Diğer bölüm ise burs imkanı bulunmadığını... Ama oradaki görevli kadın bana dikkatle baktı. İkimiz de rengarenk giyinmiştik. “Otur bakalım, anlat, sen neler yaparsın?” dedi. Tiyatro yaptığımı, gönüllü çalışmalarımı falan anlattım. Bölümden burs veremeyeceğini ama çok özel bir burs oluğunu, tek bir kişiye verileceğini, profilimin farklı olduğunu, bu bursa başvurabileceğimi söyledi. Böylece bursların en güzelini kazandım.
Kaliforniya Claremont’a gittim. Orta Amerika’da tiyatro okuma fırsatı yakaladım. Bütün yaptığım bu işleri kendi paramı kazanarak yaptım ve doğru zamanda doğru yerde, hatta doğru giysiyi giyerek yaptım. Ama en önemlisi de fırsatları görüp evet diyerek yaptım.
Türkiyeye gelişiniz nasıl oldu?
Master’ı yeni bitirmiştim. Bir web sitesinde yeni mezunlara iş imkanları sunuluyordu. İlgimi çeken üç iş vardı; Kamerun, Türkiye ve Mısır’da… Üçüne de CV gönderdim. Fransa’ya
dönmüştüm ki haber geldi ve beni Türkiye’ye, Kültür Ataşeliği’ne gönderdiler. 13 sene önceydi. Fransızca ders verdim yargıtay ve danıştay üyelerine… Çok farklı bir deneyimdi çünkü bambaşka dünyalara girmeye başılıyordum. Ardından ODTÜ’de ders vermeye başladım. Koç Üniversitesi’ne geçtim. Bana uygun değildi, ayrıldım. Bu da bir hata değildi çünkü yanlış bir adım diye bir şey yoktur, daha kısa süren süreçler vardı sadece. Bu süreçlerde evren bana dayaklar da attı. Ne zaman büyük konuşsam çaaat! Türkiye’de turistik amaçlı olumsuz deneyimler yaşamış ve bir daha gelmem demiştim. ABD’ye taşındım ve oda arkadaşım Türk’tü. Bir sene boyunca Türkiye’yi, kültürünüzü, Atatürk’ü anlattı. Akışa bırakınca kimsenin planlayamayacağı bir macera bizi bekliyor. Bazen planlarla korunduğumuzu düşünürken en güzel anlardan yoksun kalıyoruz.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Ben masal anlatıcısıym. Ya da sadece anlatıcı… Gerçek hikayeler de anlatıyorum çünkü. Bir performans sanatçısıyım. Masal geceleri düzenliyorum. Türkiye’de bunu ilk başlatan
olduğum için çok mutluyum çünkü bir hareket başlatmış durumdayım. Beş sene önce bunun bir meslek olduğunu, yetişkinlere anlattığımı söylediğimde ‘ilgi çekmez’ denilmişti. Küçük küçük başladım… Artık mekanlar yetmez oldu. İstanbul’da ayda iki kere, İzmir’de, Antalya’da, Ankara’da ve farklı şehirlerde de davet edildikçe anlatıyoruz. İlk işim bu… Hem anlatıyor hem de insanlara kendi hikayelerini anlattırıyorum. Ayrıca NTV Radyo’da “Masal bu ya” adlı bir program yapıyorum. Her bölümde bir konuk ile anlatmanın önemini konuşuyoruz. Anlatma sanatı eğitimleri de veriyorum. Ve tabii kitap var.
Kitap sizin fikriniz miydi?
Evet… Ama çok ilginç oldu. Çocukluğumdan beri masal kitapları ile oynamayı çok severim. Rastgele açıp fal bakmak zaten her kültürde olan bir şey. Ortaokulda başladığım
bir alışkanlıktı. Masalların bana hep cevap verdiğini düşünürdüm. Arkadaşlarım bir şey sorduklarında “Masal çekelim” diyordum. “Ne anlam buluyorsun ki?” diyorlardı. Ben yorumlayınca anlamlı buluyorlardı. Bir arkadaşım bunu ‘yol gösteren masallar’ olarak hazırlamamı önerdi. Sahnedeki masalları da yazıya dökmemi isteyenler vardı ve ben karşıydım.
Sözlü kültürün sözcüsü olarak kalmak istiyordum. Hatta “Masal gecelerini telefona kaydetmeyin” diyordum. Bu an yaşansın, bitsin ve kaçıranlara sadece anlatılsın, sözlü kültür böyle yayılsın istiyordum. Masallar eskiden de böyle yayılırdı. Biz sosyal medyadan şuna alıştık; bir sözün ya da fotoğrafın değeri kaç kişinin beğendiği ile ölçülüyor. Ama anlamsız bir şey
bir milyon kişi seyrettiğinde ya da beğendiğinde de hala anlamsızdır. Masallar ise hiçbir zaman aynı anda bir milyon kişiye anlatılmamıştır ama bugüne kadar en az bir milyon
kere anlatılmıştır. Bu yayılma şekli, 2 bin yıldır dilden dile devam ediyor. Ama çok beğenilip tıklanan kedi fotoğrafları ise çoktan unutuldu. Sözlü kültür bu anlamda bence çok önemli
ve günümüzde çok eksik. Ama tabii ben yazıya karşı durunca evren yine yol gösterdi, “Büyük konuşma” dedi ve bu kitap geldi.
Binlerce yıldır ve binlerce kültürde masallar hep aynı yere mi varır?
Bütün masalların her kültürde benzer metinleri var. Masallardan sadece bir kültürü ya da bir zamanı keşfetmiyoruz ama insanlığa ait olan her şeyi keşfediyoruz. Masallar insanları birleştirir. Modern kültür anlayışı kadın-erkek, yaşlı-genç gibi bizi sürekli ayrıştırmaya çalışır. Çocukları da yaş gruplarına göre ayırır. Kültürleri de ayırır. Ama masallar bize şunu hatırlatır: İki bin sene önce de aynı masallar anlatılıyordu. Hatta yazıya dökülmüş en eski masal 3 bin 500 yıl önce Mısır’da bulundu. Şu an British Museum’da bulunuyor. İki kardeşin masalı… Ben bu masalı İstanbul’da, modern yetişkin dinleyiciye anlatıyorum ve hala ilgi çekiyor. Yani aslında o kadar farklı değiliz..
SİZİN İÇİN BİR MASAL SEÇTİK
Masal Terapi kitabından Pozitif okuyucuları için bir masal istedik ve karşımıza bu masal çıktı. İsterseniz önce sorunuzu sorun ve sonra masalı okuyun. Bakalım size ne mesaj veriyor?
KÖR ADAM
Kör adam evden çıktığında geç olmuştu. Akşam güzel yemekler ve güzel sohbetlerle geçmişti. Artık gitme zamanıydı. Ev sahipleri kör misafirlerini karanlık sokaklara gönderecek olmaktan dolayı biraz huzursuzdular. “Sokaklar çok karanlık, yanına bir fener al” diye ısrar ettiler. “Fenerli veya fenersiz, sokaklar benim için hep karanlık” diye cevap verdi. “Olabilir ama fener taşırsan başkaları seni görür ve onların sana çarpmalarını önlemiş olursun.” Kulağa mantıklı geliyordu. Böylece kör adam eline feneri aldı ve sokaklarda yürümeye başladı. Normalde kimseye çarpmamak için fazlasıyla dikkat etmesi gerekirken bu fener sayesinde insanlar onu görüp kendi kendilerine yolundan çekiliyorlar gibiydiler. “Ne kadar pratik!” diye düşündü. Diğer yayalar için endişelenmeyi bırakıp daha hızlı yürümeye başladı.
Çok sert bir şekilde birine çarptığında yolu yarılamıştı. Neredeyse dengesini yitiriyordu.
“Hey, oradaki, fenerimi görmüyor musun?” diye bağırdı.
“Kardeşim, fenerin yanmıyor. Rüzgar söndürmüş olmalı. Nasıl görebilirim?”
Kör adam özür diledi ve diğeri onun için feneri yakmayı önerdi.
Eve doğru yoluna devam etti.
Biraz daha gitmişti ki kör adam yine birine çarptı. “Hey, kardeşim, fenerimi görmüyor musun?”
“Özür dilerim” diye cevapladı öteki, “Ben körüm ve ben de bir fener tutuyorum. Bu sayede beni göreceğini ve yolumdan çekileceğini umuyordum.”
Mesaj: Ana odaklan.
Koruyucu önlemler sahte bir güven hissi yaratır. Hayatına yön verirken ne kadar dikkatli olursan ol; ne kadar plan yapıp, ölçüp tartarak önlem alırsan al yine de anda var olmalısın. Çevrenin, insanların, hayvanların, etrafındaki doğanın ne kadar farkındasın? Şu anki koşullarının içinde ne kadar varsın? Planlarını unut, ana odaklan!
Seyir Defteri:
1- Kör noktaların neler?
2- Bu körlüğü telafi etmek için ne tür taktikler uyguluyorsun?
3- Farkındalığının olmadığı alanlarda başkalarının sana doğru daha çok adım atmaları gerekiyor mu?
Alıştırma: Hislerini aç. Otur, gözlerini kapat, bütün hislerini aç. Ne duyuyorsun, teninde ne hissediyorsun, nelerin kokusunu alıyorsun, nefes alıp verişin içindeki manzarayla ilgili neler söylüyor, organların sana ne anlatıyor, kaslarını ve uzuvlarının nerede olduğunu hissedebiliyor musun? Tamamen farkında olmaya, dış ve iç dünyanda tamamen var olmaya çalış.
Alıntı:
Karanlıkta ışıkla yürümek, ışığı bilmektir.
Karanlığı bilmek için ışıkları söndür.
Görmeden ilerle ve karanlığın da
Serpildiğini, şakıdığını
Kara ayaklarla ve kara kanatlarla geçildiğini gör.
Maya Angelou
Tabii ki kitap, radyo, televizyon ve en son internet ile… İletişim teknolojisi geliştikçe masallara darbe vuruluyor. Yazar Ahmet Ümit ile radyo programında merkezi ısıtmanın rolü olabileceğini de konuştuk. Eskiden tek sobanın başında oturulur, yemek yenirdi, uyunurdu. Masallar da otomatik olarak anlatılırdı. Ben öyle bir yerde büyüdüm. Komünde akşam ateş yakılır ve başında el işi yapılırdı. Doğal olarak el çalışırken ve ortada ateş varken hikayeler geliyordu. Belki ellerimizi kullanmamaktan, belki bir araya gelmemekten masallar unutuldu.
Bir masal bir insanda nasıl farkındalık yaratabilir?
Masallar aynadır. İçimizde birçok farklı ses var ama bir de can sesimiz, gönül sesimiz var. O sesi dinleyince doğru yolu buluruz, cesaret kazanırız, duygularımızın farkında oluruz. Ama maalesef konuşan tek ses o değil. Korkularımız, annemiz, babamız, toplum, şirket, kıtlık korkusu; hepsi konuşur. Bütün seslerin arasında bazen şaşırıyor, esas sesi duymakta zorlanıyoruz. Vampir sesler çözümü bulmamızı engelliyor. Ama vampirler aynada görünmez değil mi? Masallar, doğa, meditasyon, yaratıcı yazarlık, hepsi birer aynadır ve gerçek sesimizi duymamıza yardım ederler. Kitapta da masalı okuduktan sonra benim yorumumu okumadan önce “Bu masal bana ne anlatıyor?” demelerini istiyorum. Çünkü en doğru cevap o ilk cevap! En kontrolsüz ilk ses...
‘Masal Terapi’ ile ilgili geri dönüşler alıyor musunuz?
Okurlardan e-postalar alıyorum. “Seninki bugün ne yaptı biliyor musun?” diye anlatıyorlar. Bir gün bir kadın geldi yanıma. Yanında yedi yaşındaki çocuğu vardı. “Kitabınız bir ay önce beni zor bir durumdan kurtardı. Kocamla ayrılmaya karar vermiştik . O gün eşyalarını toplayacaktı. Odaya gitti ama toplanmadan elinde kitapla geri döndü. Kararımız için bir masal seçip okumayı teklif etti. Kabul ettim. Çıkan masalı yüksek sesle okudu. Sonra sizin yorumunuza bakmadan kendi yorumumuzu yaptık ve saatlerce konuştuk. Zaten ikimiz de masalı görür görmez yanlış karar verdiğimizi anlamıştık. Uzun ve içten bir sohbetten sonra ayrılmamaya karar verdik. Bir aydır çok iyiyiz ve hiç bu kadar iyi olmamıştık” dedi. Bunları duyunca çok sevindim, gözlerim doldu. Bu kitap biraz muzip bir çocuk gibi insanların hayatlarına giriyor.
“Bana masal anlatma” deriz anlatılanlara inanmadığımız zaman…
Masalcı zaten bunun ‘yalan’ olduğunu gururla söyler; “Sana bir yalan söyleyeceğim ama gerçekleri anlatan bir yalan.” Aslında cevaplarımızı yalanlar içinde bulabiliriz, tıpkı gerçekler içinde kaybolduğumuz gibi.
Kitapta hangi masallar var?
Dünyadan bilgelik masalları ve fıkralar var. Benim işim yeni hikayeler yazmak değil, var olan hikayeleri günümüze uyarlamak. Bunların çok fazla versiyonu var, onlardan yeni bir versiyon çıkartıyorum. Bugünkü insanın ve benim değerlerime uygun şekilde aktarmaya çalışıyorum.
Bu oyunda tesadüf yok mu?
Ben rasyonel bir insanım. Psikolojiye inanan tarafım güçlü. “Beynimiz çok güçlüdür ve bağlantılar kurarak mesajını her şeyden çıkartır, ağaçtan da taştan da…” derim. Alt bilinci bu ayna sayesinde keşfetmiş oluruz. Farkındalık geliştiren ‘psikolojik bir oyun’dur bu. Ama kitabı yazdığımdan beri birçok insana masal çektik ve o kadar çok kere “yok artık” dedim ki… “Tatile nereye gitsem?” diyene bile, “Yolun kavşağında duruyordu yolcu” diye başlayan bir masal çıkıyor. Bu nedenle rasyonel taraf ne kadar güçlü olursa olsun mucizeye inanmak gerektiğini düşünüyorum. Bir tılsım var. Bunun açıklamasına ihtiyaç duymuyorum.
Bir masal seçip sonra “Ne alakası var?” diyenler de vardır mutlaka…
Her şeyin doğru bir zamanı var. Sanat terapisinde insanlara tavsiye vermeyiz. Ne yapmaları gerektiğini söylemeyiz. İnsan kendi kendini terapi eder. Masalın mesajını da kişi kendi zamanında çıkartırsa iyi sonuç olur. Ama bir kez masal açmaya başladıysa zaten bir merak vardır içinde. Gerisi doğru zamanda gelecektir. Ben de bir keresinde bir soru için açtığım yanıtı beğenmedim. İki kere daha açtım, yine aynı masal. Sonra kendi verdiğim alıştırmayı oturup yaptım ve nihayet mesajı anladım. Şöyle söyleyebilirim; hayatta direnen ve direnmeyen insan yok. Sadece bazı zamanlarda bazı konulara direnen insan var. Ama bir yerden kabul etmesen başka yerden gelir, üstelik hep daha yüksek sesle geri gelir. Bir gün elbet duyarsın. Evren bu konuda çok cömert!
Kitaptaki masalların seçimi nasıl oldu?
Tesadüflere yol açmak için kontrolü bırakmak gerekiyor. Nasıl bıraktım? Masalları listeledim, gelmek isteyen geldi. Belli ediyorlar kendilerini. Mesela bir gün açıyorum listeyi, bazı masalları yazmayı canım hiç istemiyor, diğerlerini yazıyordum. Bazı günler listedekilerin hiçbirini istemiyor, yeni masallar arıyordum. Bunun bir sihir olduğunu düşünüyorum ve o nedenle hiç değiştirmedim son halini. Kitap zaten kendi kendini oluşturdu. Ben projeyi geliştirdim. Editör bulmam gerekiyordu. Bana iki yıl önce ‘aklında bulunsun’ diye önerilen editörün
numarasını o arkadaşımdan tekrar istemem iki ay sürdü. Arkadaşımın yanıtı şuydu: “O da bu sabah aradı ve seni sordu!” Sonra çalışmaya başladık ve kitap çok hızlı bir şekilde kendi kendini yazdırdı.
Yazı: Yaprak Çetinkaya/Pozitif
Bir varmış bir yokmuş. Paris’te doğmuş, bir komünde büyümüş, önce Fransa’da sonra ABD’de eğitim görmüş, güzel güzel okullar bitirmiş bir kızın yolu günlerden bir gün Türkiye’ye düşmüş. Bir zamanlar “bir daha asla gelmem” dediği bu ülkeden ayrılamamış. 13 yıl yaşadığı ülkede önce yabancı dil dersleri vermiş, bu arada su gibi Türkçe öğrenmiş. Bu yıllar
boyunca yapmayı en çok sevdiği şey masal anlatmakmış. Kimilerinin ‘ilgi çekmez’ diye küçümsediği masallarını dinlemeye her seferinde daha çok insan gelmeye başlamış.
Masallar sonunda kitap olmuş. Adı da ‘Masal Terapi’ konulmuş. Bu bir oyun davetiymiş. Okuyucular içlerinden bir soru soruyor ve rastgele bir sayfa açıyormuş. Masalın mesajı okuyucunun içindeki gerçek sesmiş meğerse… İşte böyle Judith Malika Liberman’ın masalı… Devamını merak ediyor musunuz?
Kendi masalınızda neler var?
Değişiyor aslında hikayem. Köklerim, komünde büyüdüğüm, masallara oradan aşina olduğum hep yazıldı zaten. Artık bu hikayeyi anlatmaktan ben de sıkıldım. Kimim ben? Hikaye anlatmayı seviyorum. Hayatta kendi hikayemizi yazabileceğimizi de düşünüyorum. Genelde plan yapıp ona göre ilerlemek gerektiği söylenir. Ben bunun hata olduğunu çünkü hayatta başımıza gelen en güzel şeylerin bizim hayal edebileceğimizden daha büyük olduğunu düşünüyorum. Planlar bazen işe yarıyor evet ama sadece ve sadece bir plana sadık kalmak önümüzde açılan kapıları görmemizi engelleyebiliyor.
Sizin hikayeniz de böyle mi yazılıyor?
Başlangıçta elimde bir plan olsa yaşadığım en heyecanlı maceraları yaşayamazdım. 12 yaşında Almanya’da gönüllü olarak çalışmaya tek başıma gitmezdim, 16 yaşında ailemin
başta karşı çıkmasına rağmen ABD’de bir yıl bir ailenin yanında kalıp liseye devam etmezdim. Fransa’ya dönüşte liseden mezun olamayacağımdan korkuyordu annem. Orta karar bir öğrenciydim. Hiç korktuğu gibi olmadı, ABD’den döndüğümde fazladan ders çalışmadığım halde lise birincisi oldum. Fark şuydu; o bir yılda olgunlaşmıştım. Artık ailemin değil, kendi hedeflerimin peşindeydim. Bu sonucu kimse beklemiyordu. Hatta üniversitede okurken eğitim psikolojisi dersinde kendimi analiz ettim, çok yüksek not aldım ve bu sayede master
birincisi oldum.
Masallara nasıl geldiniz?
Masal anlatmayı çok seviyordum. Ama bununla ilgili bir konservatuvar programı olduğunu 19 yaşındayken, Paris’te bir kafeteryada bulduğum broşürden öğrendim. “Masalcı olmak
ister misiniz?” yazıyordu üzerinde. Param yok diye başvurmayacaktım. Ancak arayınca uygun fiyat olduğunu öğrendim ve Paris Konseratuvarı’na kayıt oldum. Hayatımı değiştiren adım buydu. Planlı değildi. Uzun soluklu bir eğitimdi, Fransa’daki en ünlü masalcılar ile birlikte çalıştık. Üniversitede ise çift uzmanlık yapıyordum. Hem İngiliz Dili ve Edebiyatı hem de Dil Bilimi okuyordum. İngiliz Dili bölümü için burs başvurusu yapınca diğer bölümüme gitmemi söylediler. Diğer bölüm ise burs imkanı bulunmadığını... Ama oradaki görevli kadın bana dikkatle baktı. İkimiz de rengarenk giyinmiştik. “Otur bakalım, anlat, sen neler yaparsın?” dedi. Tiyatro yaptığımı, gönüllü çalışmalarımı falan anlattım. Bölümden burs veremeyeceğini ama çok özel bir burs oluğunu, tek bir kişiye verileceğini, profilimin farklı olduğunu, bu bursa başvurabileceğimi söyledi. Böylece bursların en güzelini kazandım.
Kaliforniya Claremont’a gittim. Orta Amerika’da tiyatro okuma fırsatı yakaladım. Bütün yaptığım bu işleri kendi paramı kazanarak yaptım ve doğru zamanda doğru yerde, hatta doğru giysiyi giyerek yaptım. Ama en önemlisi de fırsatları görüp evet diyerek yaptım.
Türkiyeye gelişiniz nasıl oldu?
Master’ı yeni bitirmiştim. Bir web sitesinde yeni mezunlara iş imkanları sunuluyordu. İlgimi çeken üç iş vardı; Kamerun, Türkiye ve Mısır’da… Üçüne de CV gönderdim. Fransa’ya
dönmüştüm ki haber geldi ve beni Türkiye’ye, Kültür Ataşeliği’ne gönderdiler. 13 sene önceydi. Fransızca ders verdim yargıtay ve danıştay üyelerine… Çok farklı bir deneyimdi çünkü bambaşka dünyalara girmeye başılıyordum. Ardından ODTÜ’de ders vermeye başladım. Koç Üniversitesi’ne geçtim. Bana uygun değildi, ayrıldım. Bu da bir hata değildi çünkü yanlış bir adım diye bir şey yoktur, daha kısa süren süreçler vardı sadece. Bu süreçlerde evren bana dayaklar da attı. Ne zaman büyük konuşsam çaaat! Türkiye’de turistik amaçlı olumsuz deneyimler yaşamış ve bir daha gelmem demiştim. ABD’ye taşındım ve oda arkadaşım Türk’tü. Bir sene boyunca Türkiye’yi, kültürünüzü, Atatürk’ü anlattı. Akışa bırakınca kimsenin planlayamayacağı bir macera bizi bekliyor. Bazen planlarla korunduğumuzu düşünürken en güzel anlardan yoksun kalıyoruz.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Ben masal anlatıcısıym. Ya da sadece anlatıcı… Gerçek hikayeler de anlatıyorum çünkü. Bir performans sanatçısıyım. Masal geceleri düzenliyorum. Türkiye’de bunu ilk başlatan
olduğum için çok mutluyum çünkü bir hareket başlatmış durumdayım. Beş sene önce bunun bir meslek olduğunu, yetişkinlere anlattığımı söylediğimde ‘ilgi çekmez’ denilmişti. Küçük küçük başladım… Artık mekanlar yetmez oldu. İstanbul’da ayda iki kere, İzmir’de, Antalya’da, Ankara’da ve farklı şehirlerde de davet edildikçe anlatıyoruz. İlk işim bu… Hem anlatıyor hem de insanlara kendi hikayelerini anlattırıyorum. Ayrıca NTV Radyo’da “Masal bu ya” adlı bir program yapıyorum. Her bölümde bir konuk ile anlatmanın önemini konuşuyoruz. Anlatma sanatı eğitimleri de veriyorum. Ve tabii kitap var.
Kitap sizin fikriniz miydi?
Evet… Ama çok ilginç oldu. Çocukluğumdan beri masal kitapları ile oynamayı çok severim. Rastgele açıp fal bakmak zaten her kültürde olan bir şey. Ortaokulda başladığım
bir alışkanlıktı. Masalların bana hep cevap verdiğini düşünürdüm. Arkadaşlarım bir şey sorduklarında “Masal çekelim” diyordum. “Ne anlam buluyorsun ki?” diyorlardı. Ben yorumlayınca anlamlı buluyorlardı. Bir arkadaşım bunu ‘yol gösteren masallar’ olarak hazırlamamı önerdi. Sahnedeki masalları da yazıya dökmemi isteyenler vardı ve ben karşıydım.
Sözlü kültürün sözcüsü olarak kalmak istiyordum. Hatta “Masal gecelerini telefona kaydetmeyin” diyordum. Bu an yaşansın, bitsin ve kaçıranlara sadece anlatılsın, sözlü kültür böyle yayılsın istiyordum. Masallar eskiden de böyle yayılırdı. Biz sosyal medyadan şuna alıştık; bir sözün ya da fotoğrafın değeri kaç kişinin beğendiği ile ölçülüyor. Ama anlamsız bir şey
bir milyon kişi seyrettiğinde ya da beğendiğinde de hala anlamsızdır. Masallar ise hiçbir zaman aynı anda bir milyon kişiye anlatılmamıştır ama bugüne kadar en az bir milyon
kere anlatılmıştır. Bu yayılma şekli, 2 bin yıldır dilden dile devam ediyor. Ama çok beğenilip tıklanan kedi fotoğrafları ise çoktan unutuldu. Sözlü kültür bu anlamda bence çok önemli
ve günümüzde çok eksik. Ama tabii ben yazıya karşı durunca evren yine yol gösterdi, “Büyük konuşma” dedi ve bu kitap geldi.
Binlerce yıldır ve binlerce kültürde masallar hep aynı yere mi varır?
Bütün masalların her kültürde benzer metinleri var. Masallardan sadece bir kültürü ya da bir zamanı keşfetmiyoruz ama insanlığa ait olan her şeyi keşfediyoruz. Masallar insanları birleştirir. Modern kültür anlayışı kadın-erkek, yaşlı-genç gibi bizi sürekli ayrıştırmaya çalışır. Çocukları da yaş gruplarına göre ayırır. Kültürleri de ayırır. Ama masallar bize şunu hatırlatır: İki bin sene önce de aynı masallar anlatılıyordu. Hatta yazıya dökülmüş en eski masal 3 bin 500 yıl önce Mısır’da bulundu. Şu an British Museum’da bulunuyor. İki kardeşin masalı… Ben bu masalı İstanbul’da, modern yetişkin dinleyiciye anlatıyorum ve hala ilgi çekiyor. Yani aslında o kadar farklı değiliz..
SİZİN İÇİN BİR MASAL SEÇTİK
Masal Terapi kitabından Pozitif okuyucuları için bir masal istedik ve karşımıza bu masal çıktı. İsterseniz önce sorunuzu sorun ve sonra masalı okuyun. Bakalım size ne mesaj veriyor?
KÖR ADAM
Kör adam evden çıktığında geç olmuştu. Akşam güzel yemekler ve güzel sohbetlerle geçmişti. Artık gitme zamanıydı. Ev sahipleri kör misafirlerini karanlık sokaklara gönderecek olmaktan dolayı biraz huzursuzdular. “Sokaklar çok karanlık, yanına bir fener al” diye ısrar ettiler. “Fenerli veya fenersiz, sokaklar benim için hep karanlık” diye cevap verdi. “Olabilir ama fener taşırsan başkaları seni görür ve onların sana çarpmalarını önlemiş olursun.” Kulağa mantıklı geliyordu. Böylece kör adam eline feneri aldı ve sokaklarda yürümeye başladı. Normalde kimseye çarpmamak için fazlasıyla dikkat etmesi gerekirken bu fener sayesinde insanlar onu görüp kendi kendilerine yolundan çekiliyorlar gibiydiler. “Ne kadar pratik!” diye düşündü. Diğer yayalar için endişelenmeyi bırakıp daha hızlı yürümeye başladı.
Çok sert bir şekilde birine çarptığında yolu yarılamıştı. Neredeyse dengesini yitiriyordu.
“Hey, oradaki, fenerimi görmüyor musun?” diye bağırdı.
“Kardeşim, fenerin yanmıyor. Rüzgar söndürmüş olmalı. Nasıl görebilirim?”
Kör adam özür diledi ve diğeri onun için feneri yakmayı önerdi.
Eve doğru yoluna devam etti.
Biraz daha gitmişti ki kör adam yine birine çarptı. “Hey, kardeşim, fenerimi görmüyor musun?”
“Özür dilerim” diye cevapladı öteki, “Ben körüm ve ben de bir fener tutuyorum. Bu sayede beni göreceğini ve yolumdan çekileceğini umuyordum.”
Mesaj: Ana odaklan.
Koruyucu önlemler sahte bir güven hissi yaratır. Hayatına yön verirken ne kadar dikkatli olursan ol; ne kadar plan yapıp, ölçüp tartarak önlem alırsan al yine de anda var olmalısın. Çevrenin, insanların, hayvanların, etrafındaki doğanın ne kadar farkındasın? Şu anki koşullarının içinde ne kadar varsın? Planlarını unut, ana odaklan!
Seyir Defteri:
1- Kör noktaların neler?
2- Bu körlüğü telafi etmek için ne tür taktikler uyguluyorsun?
3- Farkındalığının olmadığı alanlarda başkalarının sana doğru daha çok adım atmaları gerekiyor mu?
Alıştırma: Hislerini aç. Otur, gözlerini kapat, bütün hislerini aç. Ne duyuyorsun, teninde ne hissediyorsun, nelerin kokusunu alıyorsun, nefes alıp verişin içindeki manzarayla ilgili neler söylüyor, organların sana ne anlatıyor, kaslarını ve uzuvlarının nerede olduğunu hissedebiliyor musun? Tamamen farkında olmaya, dış ve iç dünyanda tamamen var olmaya çalış.
Alıntı:
Karanlıkta ışıkla yürümek, ışığı bilmektir.
Karanlığı bilmek için ışıkları söndür.
Görmeden ilerle ve karanlığın da
Serpildiğini, şakıdığını
Kara ayaklarla ve kara kanatlarla geçildiğini gör.
Maya Angelou