Ölümsüzlüğün izinde
Gençliğin, güzelliğin, bereketin, ölümsüzlüğün simgesi zeytin, muhteşem bir hafta sonu gezisi olarak karşımıza çıkıyor. Öyle bir gezi ki zihne, bedene, damağa hitap ediyor ve yaşattıklarıyla gençleştiriyor.
Yazı: Ferhan Kaya Poroy
Malum yeni yıl, yeni bir başlangıç kapıda... Yeni senede herkesin dilekleri, istekleri, duaları var. Konumuz ölümsüzlük ağacı zeytin ve onun izinde bir gezi olunca biz de ondan bir dua ile başlıyoruz söze, Ayvalık yöresinden bir zeytin duasıyla... “Zeytin ağacı kadar uzun ömürlü, zeytin tohumu kadar bereketli, zeytinyağı kadar sağlıklı bir yaşam sürün.”
Ölümsüzlük ağacı şiirlere, efsanelere konu oluyor yüzyıllardır. Mesela Nazım’ın dizelerinde hayat buluyor:
“Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara kalır falan diye değil, Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, Yaşamak yanı ağır bastığından”
Öyle güzel anlatıyor ki bu büyülü ağacın ölümsüzlüğünü Nazım Hikmet, üstüne söz söylemek kimselere düşmüyor... Bu ölümsüz ağaçla ilgili bir o kadar da efsane var ki anlatmakla bitmez ama içlerinden biri tıpkı Nazım’ın şiiri gibi çok etkili ve onun tüm mucizelerini içinde barındıran cinsten. Aslında bu, zeytinyağı ile ilgili en çok bilinen mitolojik hikaye. Öyküye göre, Atina şehrinin tanrısı bir zeytin dalı sayesinde belirlenir. M.Ö.17. yüzyılda kurulan site devleti Atina’yı hangi tanrının koruyacağı tartışması gündeme gelince Zeus Tanrılar Meclisi’ni toplar. Alınan karara göre yeni kente en değerli armağanı veren tanrı veya tanrıça yarışmayı kazanıp Atina’nın koruyucusu olacaktır. Yarışı kazanmaya kararlı olan deniz tanrısı Poseidon, denizden savaşlarda çok işe yarayacak bir at yaratır ve meclisin dikkatine sunar. At, neredeyse rüzgar kadar hızlı koşabilmesi ve güçlü görünümüyle gerçekten göz kamaştırıcıdır. Akıl, bilim ve sanat tanrıçası olan Pallas Athena’nın hediyesi ise bir zeytin dalıdır. Bu ağaç büyüyüp yüzyıllarca yaşayacaktır. Ağacın meyvesinden, lezzetli yemekler hazırlanmasına yardımcı olacak sağlıklı bir sıvı elde edilecektir. Bu sıvı yaraları iyileştirecek, geceleri aydınlık saçacak, sıcak havalarda gölgesiyle insanları kucaklayacak, odunuyla onları ısıtacaktır. Yarışın galibi Athena olur. Ağaç, Akropolis’e dikilir. Barışın sembolü zeytin ağacı yerleşik kültürün ve bereketin de temsilcisi olmuştur artık…
İşte bu mucizenin ekiminden toplanmasına, sıkılmasından şişelenmesine ve soflarımızdan banyolarımıza çok farklı halleriyle bize ulaşmasına tanıklık etmek için bir zeytin hasadına gitmek şart. Öyle ki böyle bir mucizeye tanıklık ettiğiniz bir hafta sonu, sizi zihninizden bedeninize her yönüyle gençleştiriyor. Henüz adına turlar düzenlenecek kadar popüler değil ama eminim yakın zamanda pek çok festivali sollayacak türden etkinliklerle çıkacak karşımıza... 13 yıldır düzenlenen Ayvalık Hasat Günleri şu aşamada daha çok üretici, ihracatçı ve işletmeciyi, yani sektörün önde gelenlerini bir araya getiriyor ama tüketiciden de talep yok değil. Böylesine güzel bir etkinliği halka indirmek de turizmcilerin görevi...
Hasadı yılladır destekleyen markalardan biri de Komili. Komili’nin düzenlediği organizasyon turizmcilere ilham verecek nitelikte... Hasat Günleri organizasyonu öncelikle zeytin ağacı dikerek başlıyor. Herkesin bir dikili ağacı oluyor böylece hayatta. Harika bir duygu; ölümsüzlük hissi veriyor insana. Bir gün siz yok olup gitseniz bile o ağacın yüzyıllarca yaşayacağını bilmek çok güzel. Sonrasında zeytinin tarihçesini anlatan kısa bir sunum. Şart değil mi ama! Onun ne gibi mucizeler yarattığını anlatan kısa bir film gösteriminden sonra sepetler, yemeniler dağıtılıyor ve ver elini zeytinlikler... Bir de varıyorsunuz ki zeytinliğe köy halkı başlamış sizden önce zeytinleri toplamaya hem de türküler, şarkılar eşliğinde. Hemen katıyorlar sizi aralarına, nasıl toplandığını gösteriyorlar zeytinin. Sepetlerinizi dolduruyorsunuz en iri ve en seçkinleriyle. Eve gidip salamura da yapabilirsiniz, bir sonraki durak olan fabrikaya gidip zeytinyağı da. Ama zeytin toplamak acıktırıyor insanı ve zeytin ağaçları altına kurulan o şahane sofraya davet ediliyorsunuz. Günün menüsü keşkek, kavurma, börek, pilav yanında ayran. Üstüne de çay ve irmik helvası... Ohhh hava mis, yemekler de nefis! Tadı damağınızda fabrikanın yolunu tutuyorsunuz topladığınız zeytinlerle. Zeytin toplama alanına boşaltıyorsunuz sepetinizi. Sonra yıkanmasına, kırılmasına, sıkılmasına ve yağ olup üzerinde adınız yazan şişeye dolmasına şahit oluyorsunuz. Ne muhteşem! Çıkışta fabrikanın satış mağazasına uğramadan olmaz. Çünkü orada zeytinin bin bir mucizesine daha tanıklık etmek için pek çok şey var. Saçları pamuk gibi yapan zeytinyağı şampuanı, yüze ipeksi bir yumuşaklık veren zeytinyağı cilt kremi, vücudu nemlendirdiği için pul pul dökülmeyi engelleyen zeytinyağı sabunu ve daha neler neler... Bunlarla da kalmıyor tabii ki turumuz. Sıra zeytinyağı ile yapılan şahane lezzetler sunan Ayvalık restoranlarının lezzetlerini tatmaya geliyor. Nerelere mi gitmeli?
• Taş Kahve: Bir klasik. Gitmeden olmaz. Çayı, kahvesi güzel ama ıhlamuru poşet olarak getirmese iyiydi.
• Cumhuriyet Fırını: Çam kozalağında yakılan fırında pişen simidin tadı bambaşka. Tavsiyem simidinizi alıp Taş Kahve’de çay eşliğinde güzel bir kahvaltı.
• Karadeniz Pastanesi: Lorlu ve sakızlı kurabiyesi lezzetli, denenmeli.
• Ayna Cunda: Sabah kahvaltısı da akşam yemeği de çok başarılı. Hem gastronomik, hem servis hem de ambiyans olarak iyi...
• Bay Nihat: E tabi o da Cunda’nın klasiği. Tereyağında bol kekikli ahtapot kolu, Akya balığından pastırma, sübye önerilerim arasında.
• Macaron Muhallebicisi: Hep Cunda’da takılacak değiliz ya Ayvalık’ın arka sokaklarında yer alan Macaron Muhallebicisi de efsane. Bademli muhallebiyi deneden olmaz.
• Aivali Food Art: Yine Ayvalık’ta ara sokaklarda. Ahtapotu, börülce salatası başarılı. Et ve balık seçenekleri mevcut, mekan şık ve keyifli.
• Lokma İmparatoru: Taş Kahve’nin biraz ilerisinde. Özelliği lokmaların zeytinyağında kızarması. Hem hafif hem çok lezzetli. Mutlaka deneyin.
Nerede kalınır?
• Cavlıhane: Ayvalık’ta konaklama sebebi bu otel olabilir işte. Çünkü ev gibi. Çünkü pek çok yaşanmışlığı içinde barındırıyor. Çünkü samimi ve içten… Konak 1885 yılında bir Rum evi olarak yapılmış. Mübadele yıllarında Mehmet Cavlı’nın babası Hüseyin Bey ve annesi Havva Hanım’ın sığındığı ve sonrasında hayatlarını geçirdikleri yer olmuş. 26 senelik bu evde yaşamışlar ve 8 çocuklarını da bu evde yetiştirmişler. Evin her köşesi ailenin acı tatlı hatıralarıyla dolu. Otelin 1 suit olmak üzere 5 odası ve şahane bir avlusu var.
• Nissi Otel: Taksiyarhis Kilisesi’ne komşu bu otel antikalarla döşenmiş odaları, beyaz iş perdeleri, sabah güneşini içeriye aralıklarından sızdıran panjurları ve zeytin ağaçlarıyla süslü muhteşem bahçesiyle tam da masallardan çıkmış gibiydi. “Cunda’da bir evim olsun” diyorsanız hiç uğraşmanıza ve yılda birkaç kez gideceğiniz ev için büyük yatarım yapmanıza gerek yok. Nissi’de kalın, kendinizi evinizde gibi hissedeceksiniz.
• Murat Reis Otel: Bölgenin 5 yıldızlı oteli. Üstelik plajı da mavi bayraklı. Beklentinizin çok üzerinde. Spa’sı ve restoranlarıyla da fark yaratıyor.
• Mola Cunda: Bölge dokusuna uygun mimarisi, tamamen çevre dostu malzemelerle yapılan binası ve doğa dostu ısıtma/soğutma özellikleri ile farklılığını ortaya koyuyor. İçerisinde geniş avlusu, avlusunda ferah bir bahçesi ve tatlı bir serinleme havuzu yer alıyor.
• Sobe Otel Cunda: Cunda’nın merkezine 50 metre mesafede, 7 odalı bir taş ev. Odalar modern mobilyalarla döşenmiş ve çok konforlu. Özellikle kış için çok romantik bir atmosferi var.