Mesleksiz olmak mesele değil (mi?)
Eskiden gençlerin hayalleri, hedefleri konuşulurken günümüzde neden evden çıkmak ve çalışmak istemedikleri tartışılıyor. Devrim, isyan, muhalefet rüzgarlarının yerini alan üşengeçlik, miskinlik ve rahatına düşkünlük fırtınası yeni bir kategorinin doğmasına neden oldu; ‘ev genci’ kavramı mercek altında!
Yazı: Ece Üremez
TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE RAHATINA BU KADAR DÜŞKÜN BİR NESİL GÖRÜLMEMİŞTİR DESEK HAKSIZLIK ETMİŞ SAYILIR MIYIZ?
Yemeğin salçalısı sözü gibi lafın da abartısı makbul müdür bilmem ama neredeyse nefes almaya üşenen bir güruh genç insan son yapılan araştırmalar sonucu çalışmak da istemediğini açıklamış. Daha spesifik anlatmak gerekirse, Habitat Derneği tarafından yayınlanan ‘Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Raporu’nun sonucu gençler kategorilere ayrılmış: Öğrenci, iş arayan, çalışan ve ev genci. Biz yazımızda bu sonuncu başlığı mercek altına alacağız çünkü çaktırmadan çığ gibi büyüyen ve ‘Walking Dead’ edasında toplumu en temelden uyuşturan ve belki de dönüştüren bir grup türemiş. Ne okuyan, ne çalışan, ne iş arayan olarak tanımlanan ev genci kategorisi için Ekşi Sözlük’te durum bir adım daha ileri götürülüp şu madde de eklenmiş; ‘Ne de herhangi bir planı olan’. Bu kategoriye girenlerin ortak özellikleri ise genellikle aileleriyle yaşıyor, onların olanaklarını kullanmaya devam ediyor, evden pek çıkmıyor ve en önemlisi de çalışmıyor ve asla ama asla iş aramıyor olmaları olarak sıralanmış.
BÜYÜK UMUTLAR
Bahsettiğimiz kategoriye girenlerin 20-35 yaş aralığında olduğu, eğitim ve öğrenim hayatını tamamladığı ancak iş hayatına atılıp üretim aşamasına geçmediği öngörülürse kırmızı alarm aşamasına geçme nedenimiz de daha kolay anlaşılacaktır. Öncelikli olarak, Acıbadem Altunizade Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Çağatay Karşıdağ’ın ‘ev genci’ hakkındaki görüşlerine yer veriyoruz; ‘‘Ev genci kategorisine giren gençler aslında bir geçiş döneminde olan kişilerden oluşmaktadır. Genç nesil, bir yanda büyüyen ekonomilerin en büyük kaynağı durumundadır. Fakat aynı zamanda gençlerin bir bölümü, kendinden kaynaklanan ve kaynaklanmayan nedenlerden ötürü sosyal ve ekonomik dışlanma hissiyle karşı karşıya kaldıklarını düşünmektedir.’’ Peki, neydi gençleri bu psikoloji içine sokan, daha yolun başındayken inziva dönemine girmelerine neden olan gerçek? Bir başka açıdan bakacak olursak, geleceğe dair tek umut addedilen gençler ne zaman kendilerinden umudu kesmeye karar verdiler? Onları çaresiz, depresif ve bencil ruhlar diye etiketlemeden önce az önce yaptığımın aksine anlayıp dinlemek daha öncelikli belki de. Zira verdikleri cevap ortak bir denklemde kesişiyor; para=yaşam. Bu ikili deliliğin boğuculuğunda yitirilen ‘büyük umutlar’ aslında tek açıklama olarak karşımıza çıkıyor. Keza Dr. Karşıdağ da durumu şöyle özetliyor; ‘‘Başarılı bir yetişkin olma anahtarının eğitim ve iş hayatına katılmak olduğunu söyleyebiliriz. Çalışma, iş hayatı, bireye hem görünen (gelir) hem de örtülü (sosyal temas, zamanın şekillenmesi, statü, sosyal ve uğraşı desteği gibi) yararlar getirir. Ancak çalışma hayatı her zaman planlandığı, hayal edildiği gibi yaşanmaz. Kurallar öncelikle (çoğunlukla) kişiler tarafından konulmaz, kişilerin konulan bu kurallara uyum sağlanması ya da kabul etmesi beklenir. Bu sürece uyum sağlamakta zorlanan ya da sağlayamayan kişiler ise bulunduğu yaşın doğası gereği sosyal ortamlardan uzaklaşır, aynı zamanda toplum tarafından da izole edilir. Bunun sonucunda bu süreç zaman zaman fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar nedeniyle yetiyitimi ve alkol madde kullanımı gibi ikincil ruhsal sorunlara yol açabilir. Kronik işsizlik de beraberinde belirgin bireysel ve sosyoekonomik maliyet taşır. Refah ve sağlım sistemlerine binen yük artar.’’ Aslında, çoğu iyi bir mesleğe, kültüre ve eğitime sahip bu gençlerin elinden tutulması gerektiğinin farkına varmak gerek. Çözüm biraz cesaret vermekten ve biraz da motivasyon kaynağı sunmaktan geçiyor olabilir. En güzel yaşlarını kapitalist bir savaşın ortasında harcamadan, ekonomik politikaların esiri düşmeden, mutlu oldukları işi yaparak ve kendilerine değer katarak da çalışma hayatında var olabileceklerini anlatmak yardımcı olabilir.
ARAF DÖNEMİ
Aslında, ‘Bu ne rahatlık?’ diye gençlere serzenişte bulunmadan önce işin temeline inmekte, sorunu özünden anlamakta fayda var. Çünkü bu bir depresyon belirtisi de olabilir. Elbette bu konuya en doğru cevabı Dr. Karşıdağ verdi; ‘‘Bu süreç göz önüne alındığında bildiğimiz anlamda depresyon hastalığı olarak tanımlamamız yanlış olacaktır. İnsan, doğası gereği karşılaştıkları zorluklara üç türde tepki verir; ya tehditten kaçar ya deneyimli veya riski göze alabilecek cesarette hissediyorsa savaşır ya da gelişimi esnasında benzer bir durumla karşılaşmamış, ne tepki vereceği konusunda zihninde bir yol haritası yoksa çaresizlik hissederek tepkisiz kalır. Ev genci olarak tanımlanan bu kişilerin de yaşadıklarının böyle bir durum olduğu düşünülebiliriz. Rahat ve kendisinden bir beklenti duyulmadan yaşanan, pasif geçirdiği eğitim-öğretim hayatı bittiğinde kendisini bir üst yaşama taşıyacak hazırlığı olmadığı için çevresel destekle iş hayatına giremediği takdirde çıkış yolu konusunda da donanımı yoksa bu ara kademede kalabilir. Bu süre yeniden destek görene veya bireysel ya da toplumsal ihtiyaçları kişiyi zorlamaya başlayana kadar devam eder.’’ Belki de ‘araf’ olarak adlandırılabilecek olan bu döneme sığınanlar parayı amaç değil araç olarak görenlerden ibaret. Çünkü paranın mutlulukla doğru orantılı olduğuna kapitalizm canavarı tarafından inandırılan bir gençlik yetişti. Aslında şunun da farkına varmak gerek ki, ev genci olarak nitelendirilen topluluk hayal gücü fazla çalışan ve istekli gençler ve tam da bu yüzden çalışma hayatıyla mücadele edemeyeceklerine ilişkin kaygılar taşıyorlar. Çünkü diğer gruplara göre daha naif kalıyorlar. Bu da yanlış bir görüntü çizmelerine neden oluyor. Peki, çözüme odaklanırsak eğer, gençlerin bu durumdan kurtulmaları, onları eve bağlayan ruh halinden çıkmaları için ne yapmaları gerekiyor? Bu soru için tekrar, gençlerin içinde bulunduğu durumu dış dünyadaki zorlanmalara karşılık verilen bir çeşit kendini koruma davranışı olarak değerlendiren Dr.çKarşıdağ’ın önerilerine kulak veriyoruz; ‘‘Bu konuda hem gençlere hem ailelere hem de topluma büyük sorumluluklar düşmektedir. Bireysel olarak ele alındığında şu noktalara dikkat etmekte fayda vardır: Bu yaş grubu ergen veya ergenlikten yeni çıkmış genç erişkinlerden oluşmaktadır. Söz konusu kişiler genel olarak ihtiyaç/gereklilik- sorumluluk bilinci oranları pay lehine kullananlardan oluşmaktadır. Aileler, bu bilinçle kişilere yaklaşmalı, gerekliliğin kişilerce kabulünün zor olabileceğini bilmeleri, iletişim kanallarını kapatmayı göze alarak zorlayıcı yaklaşımda bulunmamaları gerekmektedir. Ruhsal bir rahatsızlık gelişiminin en önemli göstergesi işlevsellik ve geçmiş dönemdeki performans düzeyidir. Bu çizginin çevresindeki tepkileri duruma bağlı, geçici olarak değerlendirmeleri uygun olur. Ancak kişilerin, kendinden beklenmeyen ölçüde içe kapanmaları, çevre şartlarının ağırlığından bağımsız sosyal izolasyon yaşamaları veya beklenmeyen ölçüde aşırı, abartılı sözel veya fiziksel tepkiler vermeleri halinde en kısa sürede bir ruh sağlığı profesyonelinden yardım almaları uygun olacaktır.’’ Anlaşılan gençleri suçlamadan önce onları bu hale getiren sistemin kölesi olmuş kişilerin alması gereken bir ders var. Hem liyakat hem de maaş bakımından yozlaşmış bir hale gelen başta özel sektör olmak üzere iş hayatının her türlü alanının bu gençleri geri kazanmak için bir şeyler yapması gerekiyor. Yoksa umudumuz gerçekten tükeniyor demektir.
‘Dünyanın başka hiçbir ülkesinde ev genci yoktur’ demeyin. Acıbadem Altunizade Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Çağatay Karşıdağ aksini verilerle kanıtlıyor:
“Bu kavram ilk kez İngiltere’de kariyer servislerinde, bir grup genci tanımlamak amacıyla kullanılmış. Bu gruplamada; durum-1 eğitim alan, durum-2 bir eğitim programı içinde olan ve durum-3 çalışan gençleri tanımlamaktaydı. Durum-0 ise bu üç grubun herhangi birine dahil gençleri tanımlamak üzere kullanılıyordu. Ancak sosyo-kültürel ve politik olarak uygun olmayan bir tanımlama olduğundan, kavram önce durum-A, sonra da NEET (Not in Education, Employment or Training) kısaltmasıyla literatüre geçti. İngiltere’de bu kavram 16-18 yaş arasını, Yeni Zelanda’da 15-19 yaş arasını tanımlarken Kore ve Japonya’da 15-34 yaş grubu arasında yer alan ve iş gücüne katılmayan bireyleri tanımlamakta. Buradan yola çıkıldığında bu grup gencin davranışını kişisel tercihten ziyade, toplumsal bir olgu olarak ele almak çözüm için daha doğru bir yaklaşım.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Biraz sessiz lütfen yazı linki için TIKLAYINIZ